Cevap :
Türk-İslam dünyasındaki hastaneler, “darüşşifa” kelimesi ile birlikte “bimeristan”, “maristan” isimleri yanında “darülsıhha, darulafiye, darulmerza, şifaiyye bimarhane, tımarhane” gibi isimlerle anılıyordu. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de banzer adlar kullanılmıştır. En onunda da 19. yüzyılda “hastane” kelimesi ötekilerin yerini almıştır. 19. yüzyıl Osmanlısında, hastane kuruluşu açısından gerçekten hareketli bir dönem yaşanmıştır. Bu yüzyıla gelene kadar darüşşifaların sayısından yola çıkılırsa bu dönemin farkı kolayca anlaşılabilir. Bu hareketliliğin, nedenlerinin askeri alandaki hastane ihtiyacının karşılanmaya çalışılması gelmektedir.
19. yüzyıla gelene kadar, İstanbul’da son hastane (darüşşifa) 1617 yılında açılmıştır. Bundan sonra İstanbul’da yaklaşık 200 sene yeni bir hastane hizmete girmemiştir. Buna karşın 1905 yılında İstanbul dışında, asker ve azınlık hastanelerini saymazsak 40’ı bulan sayıda hastane bulunmaktadır. Karantina, yerel ve özerk (azınlık hastaneleri vd.) yönetimdeki hastaneler dışında devlet teşkilatında çalışan hekimlerin sayısı 405 kadardır. Osmanlı dönemi darüşşifaların listesi ilişiktedir
“Gureba” kelimesi “garib” kelimesinin çoğuludur ve kimsesizler anlamına gelmektedir. Osmanlı’da, 19, yüzyılda bu isim altında kurulan hastaneler günümüz açısınden devlet hastanesi anlamını taşımaktadır.
Ülkemizde bugünkü anladığımız anlamda ilk eczanenin 1757 yılında İstanbul, bahçakapı’da semtinde açılan İki kapılı Eczane olduğu bilinmektedir. 1880’li yıllarda Doğu’da (Erzurum, Van, Trabzon gibi şehirlerin herbirinde 3-4 eczane bulunmaktadır ve bunları yönetenlerin çoğu diplomasız kişilerdir.
Hekimler
Hekim olarak mesleğine sürdüren kişilerin Osmanlı toplumu içindeki varlığı hakkında tarihsel kaynaklar önemli bilgiler vermektedir. Osmanlı’nın ilk yüzyıllarında gerek tıbba özgü bir okul eğitiminin olmaması gerekse ülke denetleme ve yönetimi mekanizmalarının özellikleri göz önüne alındığında hekimlerin büyük bir serbestlik içerisinde mesleklerini icra edebildiklerini bilmekteyiz. Çokuluslu bir imparatorluk olarak Osmanlı ülkesinde değişik yerlerden gelen hekimlerin mesleklerini rahatlıkla yerine getirmeleri için son derece müsait bir ortam bulunmaktadır. Hem askeri amaçlar hem de halkın tıbbi ihtiyaçları hekim gereksinimini ortaya çıkartıyordu.
Hekimlik, Osmanlı yönetimi için üzerinde önemle durulmuş bir alandır. Hekimlikle ilgili resmi evraklarda birçok ayrıntılı bilgilere rastlamak mümkündür. Darüşşifa başhekimleri Saray tarafından atanmakta ve Osmanlı yönetimi Süleymaniye Tıp Medresesi’ndeki eğitimle ilgili gelişmeleri yakından takip ederdi. Saray hekimliğine atananların birçoğu darüşşifa hekimlerinden ve Süleymaniye Medresesinden mezun olanlar arasından seçilir; atamalarda liyakata dikkat edilirdi (Sarı, 1995).
Darüşşifalara hekim tayininde iyi ve tecrübeli hekimden beklenen özelliklerden bazıları şunlardı: Teşhis ve tedavi sırasında dört humor (unsur) teorisini uygulamakta tecrübeli olmalı, hasta mizacını belirleme ve ona göre ilaçlarını vermede ustalaşmış, teoriyi pratiğe, pratikten öğrendiklerini tecrübesine katan, diğer bilimlere de hakim vb. Hasta muayenesi son derece basit bir şekilde gerçekleştiriliyordu. Hastanın yüzüne doğru bir bakış ve birkaç sorudan sonra nabız kontrolu muayenenin aslını teşkil ediyordu. Nabız bilmek bir hekim için en önemli bir şeydi. Nabzın hızlanması hararete, yavaşlaması soğukluğa, genişliği rutubete ve vücutta cerahat çokluğunu anlamlara geliyordu.
Hekimlerin mesleklerini icra edecekleri yerlerin bir yandan hastane türü bir toplumsal niteliği olan kurumsal yapılar olabilirken diğer yandan da her hekimin kendi başına çalıştığı kendisine özel mekanlar da olabilmektedir. Günümüzde, hekimlerin kendi özel işyeri diyebileceğimiz muayenehane niteliğindeki yerlere Osmanlı döneminde de rastlıyoruz. İşte, eskiden Osmanlı’da hekimlerin açtıkları bu muayenehanelere “dükkan” ismi verilirdi. Cerrahlar da “Cerrah dükkanı” denen yerlerde hasta bakıyorlardı. Hekim dükkanlarından başka “fıtıkçı karhanesi”, frengi dükkanı”, “çıkıkçı dükkanı” gibi çeşitli hastalıklar için dükkanlar da bulunmaktaydı.
1700 yılına ait bir başka belgenin gösterdiğine göre İstanbul’daki hekimler ve cerrahlar Hekimbaşı’nın başkanlığında bir heyet tarafından imtihan edilmişlerdir ve çalışabileceklerine dair bir izin belgesi verilmiştir. O sırada İstanbul’da 21 hekim dükkanı ve 4 dükkansız hekim bulunmaktadır. Ayrıca 27 dükkanı olan cerrah ile bir de dükkansız olan cerrah bulunduğunu görüyoruz. Yani o zamanki İstanbul’da tıp ve cerrahi alanında serbest çalışan hekimlerin toplam sayısı yalnızca 53’dür.