Cevap :
Eski
Türk tarihinde hükümdarların doğuşu, efsanelere büründürülmüş ve kutsal bir olay
gibi anlatılmışlardı. Hükümdarlar böyle kutsallaştırılıp, gökten indirilir iken;
elbetteki Oğuz-Kağan gibi, bütün Türk kaviminin atası olan kutsal bir kişinin
menşeleri de, Tanrıya ve göğe bağlanacaktı. Eski Türklere göre herşeyi yaratan
ve her varlığın sahibi olan tek kutsal şey, gökteki biricik Tanrı idi.Aslında
göğü, bozulmadan devam etmekte ve
gittikçe de gelişmekte idi. Uygur devleti kurulup da, yeni bir çok dinler
Türkler arasına girmeğe başlayınca, durum biraz daha değişti. Çünkü Uygurlar,
çok daha önceleri Çin'in ortalarında gezmişler, ticaret yapmışlar ve birçok
insanlarla karşılaşarak, konuşmuşlardı. "Bu dış ilişkiler, Uygurlara birçok yeni
görüşler getirmiş ve onlarda, büyük dinlere inanmak ihtiyacını doğurmuştur."
Ticaret, eski Türk savaşçılarının dini ile, pek bağdaşan bir meslek değildi.
Eski Türk dini, disiplin, otorite ve savaşçılığı, herşeyden üstün tutuyordu.
Halbuki tüccarlar, daha geniş ve rahat bir hayata sahip olmak zorunda idiler.
İşte bunun içindir ki, bu zamana kadar Türkler göğe ve gökten gelen
kutsallıklara inanırlar iken, Uygur çağında durum birdenbire değişiyordu.
Uygurlar, köklerini Suriye'den alıp, İran'da gelişen Mani dinini aldıktan sonra,
aya daha çok önem vermeye başladılar. Aslında ise Türklerde, kutsal olan en
önemli şey, gökten sonra dünyamızı ışıtan güneş idi. "Uygurların, güneşten aya
geçmiş olmaları, yeni bir düşüncenin başlangıcı gibi sayılabilirdi". Bu sebeple,
Uygurlar çağında yazılmış Oğuz-Kağan destanlarında, eski Türklerin dedikleri
gibi kutsal kişiler, artık "Göğün oğlu" değil; "Ayın oğulları" oluyorlardı.
Oğuz-Kağan da "Ay Tanrı" nın bir oğlu idi. Destan, daha başlangıçta, şöyle
başlıyordu:
"Aydın oldu gözleri, renklendi ışık doldu,
"Ay-Kağan'ın o gündü, bir erkek oğlu oldu!"
Eski Türkler de iyi ve güzel olayları, aydınlık ve ışıkla anlatırlardı. Biz,
nasıl yeni bir oğlu olan dostumuza, "Gözlerin aydın olsun" diyor isek, onlar da
Oğuz-Kağan'ın doğuşu dolayısı ile, "Ay Kağan'ın gözleri aydın oldu, renklendi",
diyorlardı.
"Müslüman olmuş Oğuz Türklerinin destanları da, Türk mitolojisinin en eski
motifleri ile dolu idiler":
Fakat Türkler, çoktan müslüman olmuş ve İslâmiyetin ana prensiplerine gönülden
bağlanmışlardı. Aslında ise, İslâmiyet ile eski Türk dini arasında büyük
ayrılıklar da yoktu. Buna rağmen, eski Oğuz-Kağan destanları, elbetteki
İslâmilyetin birçok inançları ile uygunluk gösteremeyecekti. Bunun içindir ki,
İslâmiyetten sonra yazılan Oğuz-Kağan destanlarında, biraz daha değişiklik
yapılmış ve İslâmiyete uydurulmuştu. İslâmiyeti kabul eden Türkler bizce
Uygurlara nazaran, eski Türk an'anesini ve töresini daha çok korumuşlardı. Tabiî
olarak biz Oğuz Türkleri üzerine, daha büyük bir önem veriyoruz. "Çünkü Oğuzlar,
bütün Ortaasya ve Türk âleminin, en soylu ve en gelişmiş zümreleri idiler".
Şehir hayatına çoktan başlamış olmalarına rağmen, eski Türk devlet teşkilâtı ile
disiplini, onların ruhlarından henüz daha silinmemişlerdi. Bu sebeple Oğuz
Türklerinin destanlarında, Uygurlarınkine nazaran, daha eski ve daha köklü
motifler görüyoruz. İslâmiyetten sonraki Türk destanlarına göre, "Oğuz-Han'ın
babası Kara-Han" idi. Oğuz Han'ın babasının, "Kara-Han" adını alması da boş
değildi. Eski Türklerde, "Ak ve kara soylular ile halkı birbirinden ayıran,
sembolik renkler" idi. "Ak-Kemik", Kağanlar ile, onların oğulları idiler.
"Kara-Kemik" ise, halk tabakasından başka bir şey değildi. Diğer kitaplarımızda
da her zaman söylediğimiz gibi, Türk halklarının "ak" ve "kara" şeklinde
ayrılmış olmalarına rağmen, aralarında bir sınıf mücadelesi yoktu. Müslüman
Türkler, Oğuz-Han'ın babasına "Kara-Han" diyorlardı. Çünkü kendisi Müslüman
değildi. Müslüman olmak isteyen oğlu Oğuz-Han'a da engel olmak istemişti. Tabiî
olarak bu fikirlerimiz tam ve kesin değildir. Fakat Türk tarihi ve an'aneleri
hakkındaki bilgilerimiz, bizi bu sonuca doğru sürüklemektedirler. Oğuz Han
Müslüman Türklere göre, babasından çok, an'anesine bağlıdır. Bu sebeple Oğuz
destanını anlatmağa başlarlar iken, hemen şöyle derler:
Üç gün üç gece geçti, annesine gelmedi,
Annenin memesinden, bir damla süt emmedi.
Bana gelmedi diye, annesi ağlıyordu,
Sütümü emmedi diye, kalbini dağlıyordu.
Ağlayıp sızlıyordu, beşiğe dolanarak,
Sütümü, az em diye, çocuğa yalvararak!
2. TÜRK MİTOLOJİSİ VE KUTSAL ÇOCUKLAR
Oğuz Han diğer Türk destanlarında olduğu gibi doğar doğmaz, bir olgunluk ve
erginlik gösteriyordu. Annesi, henüz daha Müslüman olmamıştı. Annesine karşı, bu
kırgınlığın sebebi de, bundan başka birşey olmamalıydı. Nitekim az sonra Oğuz
Han annesi ile konuşmağa başlar ve ona şöyle der:
Ey, benim güzel annem, öğüdümü alırsan!
Yüce Tanrı'ya tapıp, eğer hakkı tanırsan!
O zaman memen alır, ak sütünü emerim!
Bana lâyık olursan, adına anne derim!
Oğuz-Kağan'ın annesi, henüz daha üç günlük beşikte yatan çocuğunun, böyle
konuşup söyleşmeye başladığını görünce, ona kalpten bağlanır ve Tanrıya
inandığını oğluna söyler. Müslüman Türklerin söyledikleri bu Tanrı, İslâmiyetin
Allah'ından başka birşey değildi. Fakat aynı zamanda destanlar, zaman zaman bir
"Gök Tanrısı" ndan da söz açıyorlar ve eski Türklerin, gerçek inançlarını açığa
vurmaktan geri kalmıyorlardı. Eski Türklerde de "üç sayısı" ve "üç yaşında" olma
önemli idi. Fakat Türk mitolojisinin en önemli sayısı "yedi" ile "dokuz"
sayılarıdır. Müslüman Türklerin Oğuz destanlarında: "Oğuz-Kağan, üç gün içinde
olgunlaşmıştı". Halbuki eski Altay destanlarında: "Çocuğun olgunlaşması için,
yedi günün geçmiş olması gerekiyordu". Hatta çok güzel, şöyle bir Altay efsanesi
de vardır:
ticaret te ilerlemiş lerdir birbirleriyle alım vrim satış yaparlar dı ve araları iyiydi