Cevap :
1- Anadolu’nun Durumu:
1243’teki Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde beylikler ortaya çıktı. Anadolu Selçuklu Devleti’nin etkisi giderek azalırken, İlhanlılar Anadolu’yu denetimleri altına almaya başladılar.
2- Bizans’ın Durumu:
Bizans, tam bir entrika merkezi durumundaydı. Gerek Anadolu, gerekse Balkanlardaki vali ve komutanlar merkezi dinlemiyorlardı. “Tekfur” denilen beyler serbest bir şekilde hareket ediyorlardı. Bu durum Osmanlıların yayılmasında kolaylık sağladı.
3- Coğrafi Durum:
Osmanlı Beyliği, coğrafi konum itibariyle Bizans’a komşu bir durumdaydı. Böylece “gaza” yapabileceği topraklarla karşı karşıyaydı. Batıya doğru ilerlediğinde ise ekonomik merkezler olan İznik, İzmit, ve Bursa’yı elde edebilecek durumdaydı.
4- Diğer Beylikler Tarafından Rahatsız Edilmemeleri:
Osmanlı ilk dönemlerde, Bizans ile mücadeleye giriştiler. Anadolu Beylikleri arasındaki çekişmelere müdahale etmediler. Bu durumda beylikler Osmanlı Beyliğine karşı cephe almadılar. Böylece Osmanlı Beyliği sınırlarda daha rahat bir şekilde hareket etti.
5- Balkanlarda Birliğin Bozuk Olması:
Bu dönemde Balkanlı milletler arasında mücadeleler vardı. Güçlü temellere sahip merkezi devletler yoktu. Bu durum; Osmanlıların Balkanlarda da kolayca yayılmalarını sağladı. Balkanlarda iki önemli güç vardı. Bunlar Bulgar ve Sırp Krallıklarıdır. Gerek Sırplar gerekse Bulgarlar Bizans sınırlarına devamlı saldırılar düzenleyerek Bizans aleyhine gelişiyorlardı.
6- Doğudan Gelen Yoğun Türkmen Göçleri:
Fethedilen yerlerin elde tutulması için nüfus üstünlüğüne ihtiyaç vardır. Osmanlılar da fethettikleri yerlere hemen doğudan gelen Türkmenleri yerleştirmişlerdir. Bu durum alınan bölgenin kısa zamanda Türkleşmesini sağlamıştır.
7- Merkezi Yönetimin Güçlü Olması:
Osmanlılar, daha önceki Türk Devletlerin tersine, güçlü bir merkez yönetimi oluşturmuşlardır. Önceki Türk Devletlerinde görülen memleket “hanedan üyelerinin ortak malıdır” anlayışından kaynaklanan ülkenin paylaşılması yöntemi uygulanmamıştır. Bu durum da devletin parçalanmamasını, uzun süre yaşamasını sağlamıştır. Fatih zamanında ise Osmanlı Devleti, merkeziyetçi mutlak imparatorluk haline gelmiştir.
8- Takip Edilen Mükemmel Politika:
Osmanlı Fetihleri hiçbir zaman işgal ve istila amacı taşımamıştır. Fethedilen yerler, yerleşim yeri olarak görülmüş, yeni bir yurt olarak değerlendirilmiştir. Bu durum fetihlerin kalıcı olmasını sağlamıştır. Fethedilen yerlerde uygulanan tımar sistemi, nüfus iskan ve kültür politikası sayesinde devlet otoritesi bu bölgelere götürülmüştür. Hakimiyet altına alınan toplumlara vicdan hürriyeti tanınmış, hayat tarzlarına müdahale edilmemiştir.
9- Yüzyıl Savaşları’nın Etkisi:
Avrupa’da 1337-1431 yılları arasında Yüzyıl Savaşları yapıldı. İngiltere ile Fransa arasındaki bu savaşlar,Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da ilerlemesini kolaylaştıran bir faktör oldu.
Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebeplerini aynı zamanda fetih politikası ve hızlı bir şekilde cihan devleti olmasının sebeplerinde aramak gerektir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti’nin fetih politikası ve küçük bir beyliği kısa zamanda cihan devleti yapan sebepler, aynı zamanda yükseliş sebepleri olarak zikredilebilir. Ancak yine de konuyu, ayrı olarak ele almakta yarar vardır. Osmanlı Devleti’nin yükseliş sebeplerini şöylece özetlemek mümkündür:
1) En önemli sebep, manevî değerlerine ve İslâma olan bağlılıklarıdır. Bunu i’lây-ı kelimetüllah ruhu diye de ifade edebilirsiniz. Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına bir millettir. Bir ferdin himmeti milleti olabilmesi için, o ferdi milletine bağlayan kuvvetli bağlar ve şahsî hayatını milletin hayatına tercih ettiren önemli sebepler bulunmalıdır. Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar, manevi değerlerden başkası olamaz. O halde manevî değerleri ile ordusunu techiz etmeyen bir millet, gelecekte her an tehlikelere maruz kalır ve varlığını sürdüremez. Bu mânâyı târihe bakarak, daha da müşahhas hale getirebiliriz. Osmanlı Devleti’nin bir zamanlar, bütün Avrupa ’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve varlığını devam ettiren, şu devletin ordusundaki Kur'ân dan alınan şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim” Gerçekten Kosova meydan muharebesine çıkan Murad Hüdavendigar “Yarab beni din yolunda şehid , ahirette said et” demiş ve istediği olmuştur. Bu ruh ile şahlanan şanlı ecdadımız, şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek bakmış; daima Avrupa'yı titretmiştir. Size de soruyorum; şu dünyada basit fikirli ve saf kalpli olan genç askerlerin ruhunda öyle ulvi fedakarlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi duygu bu mânevî değerlerin yerlerine ikame edilebilir? Allah ve ahiret inancından başka hangi şey, hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?
Tarih bize gösteriyor ki, biz Müslüman Türkler , ne derece mânevi değerlerimize bağlanmış isek ilerlemişiz. Ne vakit mânevî değerlerimizden uzak kalmışsak, gerilemişizdir. O zaman düşmanlar bizi can damarımızdan vurmuşlardır. Bilesiniz ki, düşman bizi hiç bir zaman açık savaşta yenememiştir. Daima tehlikeyi, kurtuluş reçetesi olarak göstererek bizi içimizden hançerlemişdir. Bir milletin maddî bataryaları ne kadar modern silahlarla mücehhez olursa olsun ve o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, mânevî bataryaları boş olduğu müddetçe yıkılmaya mahkumdur.