Cevap :

0esma0

çünkü fatih ssultan mehmet istanbulu isğal ettiğinde bütün kliselerin camiye dönüştüreleceğini emretti.

Ayasofya'nın Camiye Dönüştürülmesi

Osmanlılar, Hıristiyanlara ait bir şehri zaptettiklerinde ana kiliseyi camiye dönüştürürler, ikincisini de Hıristiyanların kendi ibadetlerinde kullanmalarına izin verirlerdi. Fatih, Pantokrator Kilisesi'ni Rum Ortodoks patriğine bahşetmiş, Ayasofya'nın da derhal Müslümanların ibadetine açılması için hazır hale getirilmesini emretmiştir. Yapı, pek çok yönden, cami olarak kullanılmaya çok uygun olmakla birlikte bazı önemli değişikliklerin yapılması da gerekmekteydi. Kilise, Bizans tarzına uygun geleneksel Hıristiyan mimarisi ile ve Ortodoks Kilisesi'nin kabul ettiği ayinlerin yapılabileceği şekilde tasarlanmıştı. Avrupa kiliselerinin çoğunda olduğu gibi, ekseni uzunlamasına olup, doğu uçta bulunan apsisteki sunağa ağırlık verilmişti. Apsisteki kat kat oturma sıralarına dizilen papazlar ve keşişler halktan ayrılırlar, apsis ve önündeki dikdörtgen alanı çevreleyen gümüş kaplanmış mermer bir paravanın (ikonostasis) arkasına gizlenirlerdi. Ayin sırasında zaman zaman bazı din adamları ortaya çıkarak, bu paravanın önünde duran ambon ya da kürsüde İncil'den parçalar okurlardı, İmparatorluk katedrali ve doğudaki Hıristiyanlık âleminin ana patrikliğinin merkezi olması sebebiyle, buradaki ayinler kendine özgü bir şekilde yönetilirdi. Ortadaki muazzam alan, amacı kısmen imparatorun görkemini ilan etmek olan geçit törenleri ve ayin için ayrılmıştı. Ayinin başlangıcında imparator, narteksteki merkezi bronz kapıdan geçerek içeri girer, din adamları ve saray erkânı ile güney nefin doğu ucundaki tahtına doğru ilerlerdi. Ayinin en can alıcı noktasında, Tanrı'nın yeryüzündeki vekili olma hakkını kullanarak patrikle birlikte ikonostasisin arkasındaki en kutsal yere geçerek sunaktaki ekmek ve şarabı kutsardı. Kubbenin altındaki merkezi alan, şaşaalı gösteri şeklindeki geçit törenlerinin yapıldığı sahne gibiydi. Halk bunları yan neflerden ve galerilerden izlerdi. Kadınlar galerilerde yer alırken erkekler yan neflerde ayakta dururdu.
Ayasofya camiye dönüştürülünce, çok farklı bir biçimde kullanılmaya başladı. İslam dininde ruhban sınıfı bulunmadığı gibi, Hıristiyan litürjisinin bir karşılığı da bulunmamaktadır. Kuran okunmasının ve ahlaki, politik ve sosyal konuları içeren Cuma vaazlarının dışında camilerdeki tek faaliyet namaz kılmaktır. Bunun için de temel gereksinim, görsel engellemelerin en aza indirgendiği ve müminlerin tek tek veya birlikte namaz kılabilecekleri büyük, kapalı bir alandır. Olması gereken belirli öğeler ise, Mekke'ye bakan ve duaların oraya yönelerek edildiği, duvarda bir niş biçimindeki mihrap ile vaazların verildiği, yükseltilmiş bir platform olan minber ve aptes alınacak bir yerdir. İç mekandaki bu basit öğelere ek olarak, müezzinin günde beş kez çıkıp müminleri namaza davet etmek için ezan okuyacağı yüksek bir minare gerekmektedir.
Camilerin tasarımında önemli bir özellik de, putperestlik olarak kabul edilen insan ya da hayvan suretlerinin resmedilmesinin yasak olmasıdır. Hıristiyan kiliseleri İncil'den hikayeleri ya da dini konulan işleyen heykeller, resimler ve vitraylarla süslenmişken Müslümanların dini yapıları soyut süslemeler ve hüsnühat ile görsel olarak zenginleştirilmiştir.
Ayasofya'nın muazzam kubbesinin altındaki iç mekân mükemmel bir ibadet alanı oluşturmaktaydı. Ancak bu alanda hiçbir engel bulunmamasını sağlamak için sunak masası, ikonostasis ve kiliseye ait diğer eşya çıkarıldı. Kilisenin ekseni Mekke'ye doğru değil, doğuya yönelik olduğundan on derece daha güneye doğru, yeni eksende bir mihrap inşa edildi. Minber de aynı yöne çevrildi. Buna ek olarak, mihraptan Mekke'ye doğru uzanan, kıble ekseniyle dik açı oluşturacak şekilde apsise açılan yere, iki geniş basamak yapıldı. İlk minber ve mihrap çabucak yapılmış ve daha sonra da bugün hâlâ duran, daha kalıcı tasarımlarla değiştirilmiştir. İslam'ın zaferinin güçlü sembolleri olarak mihrabın yanındaki duvarlara Hz. Muhammed'e ait seccadeler ve zafer sancakları asılmıştır. Bunlar, bugün yerinde bulunmamaktadır ancak I. Süleyman'ın 1526 yılındaki Macaristan seferi sırasında Buda Katedrali'nden savaş ganimeti olarak alınan devasa şamdanlar mihrabın yanında hâlâ durmaktadır.
Fatih, kuleden çanları indirtmiş, kubbenin tepesindeki haçı da çıkarttırmıştır; marangozlarına da, kılınacak ikinci cuma namazına yetişmek üzere ahşap bir minare yapmalarını emretmiştir. Bu minarenin ne resmi ne de tasviri bulunmaktadır ve bununla ilgili deliller de çelişkilidir. Padişahın, savaş döneminin baskısı altında mancınıklar, surlar ve köprüler yapmaya alışık askeri mühendislerinin, büyük keresteleri kesip ayağa dikerek Ayasofya'nın güney cephesinde alelacele bir kule oluşturdukları hayal edilebilir. Hatta, girişin üstündeki ahşap çan kulesini bu amaç için uyarlamış olmaları daha olası gözükmektedir. Şartlar ne olursa olsun, İstanbul'daki ilk minareden müezzinin ezan okuduğu anın mutlaka çok etkileyici olduğu kesindir.
Mehmet, kentteki ilk medreseyi de inşa ettirmiş ve cami ile ona bağlı binaların, bu amaç için tahsis ettiği dükkanların kirasıyla desteklenmesini sağlamıştır.