Cevap :

Mesela eski ninelerimizi falan kullanabilirsin atıyorum büyüklerimiz bana hep anılarını anlatırdı diye

İLK AYRILIŞ

- Ezgi kızım, yağmurluk koydun mu bavuluna? Biliyorsun çok yağmur yağıyormuş oralarda.
- Evet annecim, biliyorum, koydum.

- Ezgicim, acil durumlar için ilaçlarını hazırladın mı? Neyi nasıl kullanacağını iyi biliyorsun değil mi kızım ?
- Evet baba, biliyorum, sağol.

- Ezgi, canım bak, bu kutuya vitaminleri koydum. Hergün almayı ihmal etme olur mu?
- Sen merak etme anneannecim, alırım.

- Abla?
- Efendim tatlım.
- Peki Tavşi ne olacak? (Tavşi, kardeşimle, oyuncak tavşanımıza koyduğumuz bir isimdi. Benim için çok özeldi sessiz dostum. Çoğu kez umutsuzluğumda onu bulurdum karşımda. Onu çok özleyecektim.)
- Öykücüm, Tavşi’yi bir aylığına sana emanet ediyorum. Beni özlediğinde ona sarılırsın, canım.
Gideceğime en çok üzülen kardeşimdi aslında. Son zamanlarda huzursuzluğu iyice artmış, olur olmadık şeylerde beni azarlar olmuştu. Kolay değildi tabii onun için. Gözlerini ilk açtığı andan itibaren ben vardım yanında. Bu onunla ilk uzun ayrılışımızdı.
Aslında bana ne kadar belli etmeseler de herkesin içinde bir burukluk, bir hüzün vardı. Odam bile üzülüyordu sanki gideceğime. Gözünde hiçbir zaman büyüyemeyeceğim babam, elinde büyüdüğüm anneannem ve bana kendime güvenmeyi öğretmiş olan annem, şimdi kendilerini sorguluyorlardı. Acaba “küçük” kızlarını göndermekle hata mı ediyorlardı, yoksa bunun benim için harika bir deneyim olacağına ve bir ayın çabuk geçeceğine inanmışlar mıydı? Bildiğim tek birşey vardı. Bu yurtdışı kampıyla, ailemin bana olan güvenini sağlamlaştıracak ve bana sağladıkları bu imkanı en iyi şekilde değerlendirecektim. “ Sana güveniyoruz ve bunu da başaracağını biliyoruz” demişti bir keresinde babam.Onun bu sözleri beni çok mutlu etmiş ve kendime güvenim gelmişti iyice.
Benim duygularım aileminkilerden de karışıktı. Evden ilk ayrılışım olması işleri zorlaştırsa da, farklı bir ortamda bulunma, farklı bir kültürü tanıma fikri beni heyecanlandırıyor, ailemden uzak olmanın vereceği özgürlük de çok hoşuma gidiyordu. Ne de olsa, erken yatıp uykumu almam gerektiğini hatırlatacak babam, ya da soğuk havalarda giydiğim kıyafetleri eleştirecek annem olmayacaktı. Benim sorumluluğum tamamen bana aitti bu ay.
Gidişimden bir önceki akşam, İngiltere’ye birlikte gideceğimiz, çok yakın arkadaşlarım olan Gizem ile Zeynep’i aradım. Onlar da çok heyecanlıydılar. Birlikte, -üreceklerimizi tekrar kontrol edip, ertesi gün saat üçte havaalanında buluşmak üzere telefonu kapattık. İkinci dönemin başından beri gideceğimi bilmeme rağmen, bu son telefon konuşması, bunun bir hikaye olmadığını ve gerçekten gitmek üzere olduğumuzu hatırlattı aslında. Genellikle buluşma yeri seçerken, saat 12’ de Karum’un önünde, ya da üçte Bilkent’te gibi sözlerden sonra “saat üçte havaalanında” demek, bir hayli ilginç gelmişti.
Büyük gün geldi de çattı sonunda. Uyandıktan hemen sonra, son hazırlıklarımı tamamlayıp, bavulumu kapattım. Sevgili anneannemin baskıları üzerine birkaç lokma bir şeyler yeyip evden ayrıldık. Yolda, genellikle sürekli konuşan ve şaklabanlıklarıyla hepimizi güldüren kardeşim çok sessizdi. Bu sessizlik hiç hoşuma gitmiyor ve ben de her zaman olduğu gibi durmadan konuşuyordum. En sonunda havaalanına vardık. Arkadaşlarımı ve grup liderimi görmek neşemin yerine gelmesini sağlamıştı. Annemler, diğer veliler ile muhabbete dalmışken, ben de arkadaşlarımla konuşuyordum. En sonunda bavullar uçağa verildi, biniş işlemleri tamamlandı, uçuş kartları alındı ve grup liderimiz, gitme zamanının geldiğini söyledi. Ben yine neşeli olmaya çalışarak annemlerle vedalaşıp, gümrükten geçmek üzere ayrıldım. En son arkama bakıp el sallarken, annemin gözlerinin yaşlı olduğunu gördüm. O sahneyi, şimdi bile unutamam. Çok fazla etkilenmeme karşın, daha fazla kötü hissetmemek için önüme döndüm.
İşte, 9 Temmuz 2000 Pazar günü, Ankaranın 40 dereceyi geçen sıcağında ayrıldık Türkiye’den. Farklı bir dünyayı keşfe doğru…