Cevap :

arihte Bursa yazılarımıza, kentimizin ilk yerleşim alanını çevreleyerek Bursa Hisarı’nı oluşturan ve günümüzde kısmen yapılaşmaya maruz kalan sur duvarları ile kapılarının, günümüze kadar geçirdiği evrelerden bahisle devam edeceğiz. 
İlk yerleşim alanı olması nedeniyle geçmişten günümüze birçok medeniyete ait izleri görebileceğimiz Bursa, tarih ve kültür yolu üzerinde en önemli bölge niteliğindedir. İlk plan kurgusunun ünlü Kartacalı komutan Anibal tarafından yapıldığı birçok tarihsel kaynak tarafından ifade edilen Bursa Hisarı, ilk planlama kurgusundan fazla bir şey kaybetmemiştir. Bithynia, Roma ve Bizans dönemini yansıtan sur duvarları ve kapılarına ait kalıntıların yanında, Osmanlı dönemine ait cami, mescit, türbe, gibi din? yapılarla birlikte hamam, medrese, çeşme ve sivil mimari örneği yapıların yoğun olarak bölgede yer alması, bir süre başkentlik yapmış Bursa’da, devletin idare edildiği Bey Sarayı alanının mevcudiyeti, bölgenin sahip olduğu zenginliği vurgulamaktadır. 
Bitinya Kralı Prusias’ın Bursa şehrini kurduğunu ve bu meyanda kalesini de Anibal ile birlikte yaptığı hakkındaki rivayet doğru olarak kabul olunursa; Bursa Kalesi inşaatının MÖ 188 yılında hala sürmekte olduğu kabul edilebilir. Bursa, ilk ve orta çağlarda meydana gelen çok büyük askeri olaylarda ve Romalıların ilk istilâ dönemlerinde, kendisine düşen görevi yapmıştır. Şu halde Bursa için ilk büyük devrenin Roma istilâsına kadar olan dönem olduğu söylenebilir. Romalılar ve Bizanslılar zamanında ise sınırlar çok uzakta olduğundan, Bursa Kalesi önemini kaybetmiş ve altı asır boyunca terk edilmiştir.
MS 6. yüzyıla doğru İranlılar’ın tekrar hücumları ve 7. Yüzyılda da Araplar’ın işgalleriyle Selçuklular’a kadar devam eden devre de kalenin ikinci devresidir.
Kalenin üçüncü devresi ise Selçuklular, Haçlılar ve Osmanlılar zamanındaki devredir. Özellikle 11. yüzyılda Selçuklular’ın işgalinden Osmanlılar’ın ele geçirmesine kadar geçen yani 13. yüzyıla kadar olan sürede Bursa, Bizans’ın sınır kalesi olmuştur. 
Bursa Kalesi’nin çeşitli devirleri barındırdığını, kale duvarlarının inşaat veya tamirine ait vesikalardan; Pagan yani Putperest Roma zamanındaki mabetlerden çıkartılarak çar çabuk duvarların tamirinde kullanılan sütun, sütun başlığı, ortostat gibi mimarî parçalardan ve kuşatma, saldırı vakaları dolayısıyla harap olmuş kısımlarda yapılan ilavelerden anlamak mümkündür. Alt kısımlarda kiklopien tarzda büyük blok taşlar, bunların üzerinde de köfeki ve dere taşından yapılan duvar örgüleri görülür.
Ortaçağ kale mimarisinin çok önemli bir örneği olan Bursa Kalesi, üç taraftan 30/40 m. kadar yükselen uçurumları ile zaten doğal savunmaya sahip, yalnız Pınarbaşı tarafından bir düzlüğü olan 260 m. rakımlı bir platonun hisar inşası için seçilmiş olması pek doğaldır. Yükselen kayaların üstünde tesis edilen burçları ve duvarlarıyla birlikte, yalnızca güney yönündeki dördüncü kısımda yapılan Pınarbaşı su düzenlemesiyle, kalenin bu cephesinde geniş bir savunma gölü meydana getiren alan da bugün olduğu gibi görülebilir. 
Bursa Kalesi’nin altında yer alan büyük bir mağaranın varlığı da çok ilginçtir. Mağaranın çiziminde de görüleceği üzere, 79 metre uzunluğunda 5,5 metre genişliğinde ve 4 metre yüksekliğinde kocaman ve düzgün bir eserdir, hisar tepesini oluşturan bu kaolinli tüf kalker - sağlam çok dirençli bir taş kütlesi içinden, düzgün bir şekilde oyularak bu hale getirilmiştir. Bu mağaranın, kuşatmalara karşı halkın direnebilmesi için yeterli erzak ve cephanenin depolanması amacıyla kullanılmasının yanında, hayat? tehlike söz konusu olduğunda kalenin dışına gizlice çıkılmak için kullanılan kaçamak yoldur. Bursa Tekfuru, bu devasa mağara ve tünel sistemi sayesinde Osman ve Orhan Gazi’nin kuşatmasına, yaklaşık on yıl boyunca direnebilmiştir. Zaten Anibal’in de, bugünkü adı İzmit olan Nikomedia’daki köşkünde otururken kendisini emniyette hissetmediği ve Prusias’a da güvenmediği için yer altından yedi tane gizli tünel kazdırdığını biliyoruz. Bithynia Krallığı’nın bir diğer şehri, bugünkü İznik olan Nikaea’da da böyle tüneller ortaya çıkarılmıştır. Demek ki, İlkçağ’da böyle bir gelenek vardı. 
Bu mağaranın bir bölümünün, zindan olarak kullanıldığı akla gelebilirse de, kalenin güney doğusunda Zindankapı ismini taşıyan ayrıca bir yer vardır. Osmanlılar’dan önce de var olan zindanın bu cephede olması ya da bu kapıdaki burcun hapishane olarak kullanılması daha akla yatkındır.
bursada farklı kulturlere ait izler









Uzaylılarca kaçırılan insanların öyküleri Ufolarla ilgili haberler

Bazıları uzaylıların antik çağlardan beri bizimle olduğunu iddia etse de, uzaylılar tarafından zorla kaçırılma hikayeleri ilk olarak 1950li yıllarda duyulmaya başlandı.

Brezilya’lı Çiftçi ve İlk Ciddi Kaçırılma Öyküsü:
Bunlardan ilk geniş yankı bulan hikaye Brezilyalı bir çiftçi olan Antonio Villas Boas tarafından yaşandı. 16 Ekim 1957 gününün erken saatlerinde gökyüzünde kırmızı bir ışık gördü. Bu yuvarlak veya yumurta cismindeki gemi tarlaya indi. Boas anından oradan kaçmaya çalıştı. Önce traktörüne bindi, ancak bir süre sonra motor durunca koşmaya başladı. Bu amacında başarılı olamadı ve bir metre boyunca, gri kıyafetler ve kask giymiş, ufak mavi gözleri olan bir yaratık tarafından insanımsı bir varlık tarafından yakalandı. Ardından ona benzeyen üç yaratık daha olay yerine geldi. Sesleri konuşmadan çok havlamaya veya bağrışmalara bezeyen bu yaratıklar onu zorla uzay gemisine götürdüler.

Boas gemide baştan aşağı soyuldu ve üzerine bir tür jel sürüldü. Garip bir odaya götürüldü ve burada çenesinden kan örneği alındı. Ardından başka bir odaya götürüldü. Buraya bir tür gaz sıkıldı ve bu Boas’ı oldukça rahatsız etti. Boas bu odada yaklaşık yarım saate kendi başına kaldı. Ardından odaya başka bir insanımsı varlık geldi. Bu bir dişi idi ve Boas’a göre oldukça çekiciydi. O da diğerleri gibi kısa boyluydu, uzun beyaz saçları, sivri çenesi ve kedi gibi mavi gözleri vardı. Boas bu kadın ile cinsel ilişkiye girdi. İlişki bitince kadın kalktı ve karnını ovuşturarak yukarıyı işaret etti. Boas bunu “çocuğunu uzayda büyüteceğim” şeklide yorumladı. Ardından Boas’a kıyafetleri geri verildi ve uzay gemisinin turu sunuldu. Ardından gemiden çıkarıldı ve uzay gemisi de ayrıldı. Boas toplam dört saatin geçtiğini fark etti.

İlerleyen günlerde Boas kendini iyi hissetmedi. Cildindeki yara lekelerinin yanı sıra, baş ağrımaları ve genel zayıflık hissetti. Daha sonra Jose Martins adından bir adam gazete ilanıyla UFO gören insanlarla iletişime geçmeye çalışınca Boas da onunla tanıştı. Martins onu bir doktora götürdü ve adamın ciddi bir şekilde radyasyona maruz kaldığı tespit edildi. UFO araştırmacıları Boas’ın yaşadıklarını gerçek olarak kabul etmekte, andan her şey bir adamın anlattıklarına dayandığı için doğal olarak bir sonuca varmak imkansız. İlerleyen senelerdeki örneklerini aksine, Boas yaşadıklarını hipnoza başvurmadan hatırlayabilen birisi. Bu da bence çok önemli bir ayrım. Ayrıca, uzaylıların tanımlarına bakınca net bir şeklide belli oluyor ki bunlar daha sonra ünlü olan griler değiller. Zaten griler ile karşılaşan bir çok insan başından geçenleri ancak daha sonra hipnoz yoluyla hatırlayabilmekteler. Bu da olayı apayrı bir tartışmaya getiriyor ve hipnozun geçerliliği ve tam olarak ne oluşu sorusunu ortaya çıkarıyor.