Cevap :
Paragraf, bir düşünceyi tam olarak anlatabilmek için bir araya getirilen cümleler topluluğudur.
Paragraf, bir duyguyu, bir düşünceyi, bir yargıyı, bir durumu, bir isteği belirten; bir fikrin, bir yardımcı fikrin anlatıldığı cümle ya da cümleler topluluğudur.
Paragraf yazıda düşünce birimidir. Şekilden hareketle paragrafı, "yazının satır başlarıyla ayrılan bölümlerdir" diye tanımlayabiliriz. Bir satır başından öteki satır başına kadar uzanan bölüm paragraftır.
Olay paragrafı)
- Bizimkiler! Bizimkiler!
diye bağırarak uyandı. Doğruldu. Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar. Limana baktı. Hakikaten, kalenin karşısına bir donanma gelmişti. Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine dikkat etti. Sarardı. Gözlerini açtı. Kalbi hızla çarpmağa başladı. Ellerini göğsüne koydu. Bunlar Türk gemileriydi. Kenara yanaşıyorlardı. Gözlerine inanamadı. "Acaba rüyam devam mı ediyor?" şüphesine düştü. Fakat, uyanıkken rüya görülür müydü? Kanaat getirmek için elini ısırdı. Yerden sivri bir taş parçası aldı. Alnına vurdu. Evet, işte hissediyordu. Uyanıktı. Gördüğü rüya değildi. O uyurken, donanma, burnun arkasından birdenbire ortaya çıkmış olacaktı. Sevinçten, hayretten dizlerinin bağı çözüldü. Hemen çöktü. Kenara çıkan bölükler, ellerinde al bayrak, kalenin etrafına doğru ilerliyorlardı. Birden kemikleri çatır-dadı. Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü. Kenara doğru koştu, koştu... Karaya çıkan askerler, ak sakallı bir ihtiyarın kendilerine doğru koştuğunu görünce:
- Dur!
diye bağırdılar, İhtiyar durmadı; bağırdı: -Ben Türk'üm, oğullar, ben Türk'üm!
(Ömer Seyfettin, Forsa)
(Fikir Paragrafı)
Eskiden dağlara işe yaramaz yerler olarak bakılırmış. Türkiye'nin büyük bir kısmı dağlarla kaplıdır. Fakat dağlar da, bakılırsa bir gıda ve servet deposu hâline getirilebilir. Tabiat kendiliğinden dağları, ormanlar ve hayvanlarla süslemiştir. Dağlarda yaşayan vatandaşlarımız, kendi bildiklerine göre orman ve hayvancılıktan geçimlerini sağlamaktadırlar. İlim, bitki ve hayvanların da verimlerini arttırmanın yolunu bulmuştur. Türkiye'nin dağları bilgi ve kültür yoluyla, milyonlarca insanın çalışacağı ve mesut olacağı yerler hâline getirilebilir.
(Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil)
(Tahlil Paragrafı)
Selim birdenbire durdu. Boşuna konuştuğu kanaatına varmış ve her zaman olduğu gibi melankolisine gömülmüştü. Artık konuşmuyor, baktığını görmüyor, söylenenleri işitmiyordu. Beyni iki nokta arasında gidip geliyordu. Leylâ ve Güntülü... Leylâ'yı niçin düşündüğünü bilmiyordu. Güntülü'nün gözlerini, bu gözleri nerede gördüğünü düşünüyordu. Bu gözler Selim Pusat'a bir şeyler söylüyor, bir şeyler hatırlatıyordu. Üzücü olan şey bu söyleyiş ve hatırlansın açık ve aydınlık değil de sisli ve dumanlı olmasıydı. Bir ara, acaba kızın güzelliğinin tesiri altında mı kaldım diye düşündü ve üçünü de dikkatle süzdü. Hayır, hayır!... Öyle olsa ilk önce Aydolu'nun tesirinde kalması icâb ederdi. Çünkü bu kızın o kadar çarpıcı güzelliği, yüzünün o kadar düzgün çizgileri vardı ki, onu beğenmeyecek, tesirinde kalamayacak erkek düşünülemezdi. Ya Nurkan? Onda çarpıcı değil, işleyici bir güzellik gözleri kamaştırıyor, insan ona baktıkça daha güzel buluyor, güzel buldukça tesiri altında kalıyordu.
(Nihal Atsız, Ruh Adam)
(Tasvir Paragrafı)
Kış, Haliç etrafında, İstanbul'dakinden daha sert, daha sisli olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden işe gidenler, mektep hocaları, celepler ve kasaplar ve bazen fakir mektep talebeleri, kocaman fabrika duvarına sırtını verirler; üstüne rüyalarının mabadi serpilmiş salepten yudum yudum içerlerdi.
(Sait Faik Abasıyanık, Semaver).