Cevap :
Deneycilik, empirizm olarak bilinmez (önemli bir bilgidir) veya ampirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimlekazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.
Deneycilik akılcılığın karşıtıdır. Akılcılığa karşıt olarak deneycilik, duyum ve deneyimle temellenen bilgileri bilgi olarak kabul etmektedir yalnızca. İnsan bilgisinin tek kaynağı deneyim ya da duyumdur buna göre. Bilginin kaynağında akılı gören rasyonalizm geleneğine karşıt olarak deneycilik her tür bilginin sonradan deneyimle, duyumlarla elde edildiğini ileri süren bir felsefi temele sahiptir.
Duyularımız bize özel ve tikel olanı verir. Oysa bilimsel bilginin amacı, bizim her zaman genel geçer veya genel ve değişmez olanı bilmemizdir şeklinde tanımlanmıştır. Görüleceği gibi bu genellemelere duyularımız aracılığıyla ulaşabilmemiz mümkün olamamaktadır. Bu yüzdendir ki Aristoteles “bilgi duyumla başlar; ancak duyum değildir” demiştir. Dolayısıyla bilimsel bilginin meydana gelebilmesi için duyular ve aklın tek başlarına bilginin kaynağı olmaktan ziyade ikisi olmadan olamayacağı ortadadır. Aristoteles bilimdeki genellemelere, salt akılla ulaşılması yerine, bu genellemelerin duyusal dünyanın içinde aranması gerektiğini savunmuştur. O, duyuları bilimin kendisi olarak kabul etmez, duyuları, bilimin hareket noktası olarak kabul eder. Görüldüğü gibi Aristo duyu ve aklın bir tür sentezinden bahsetmektedir.Empirik bilginin elde edilmesinde deney önemli bir yere sahiptir. Öyle ki deneyci filozof Locke, İnsan Zihni Üzerine Bir Deneme adlı yapıtında, zihni beyaz bir kağıda benzeterek, zihnin bilgiyi oluşturmak için tüm malzemeleri tek bir yerden aldığını ve onun da deney olduğunu belirtmektedir. Locke’ye göre tüm bilgiler a posteriori bilgilerdir. Yani insan zihninde doğuştan gelen herhangi bir bilgi yoktur. Edinilen tüm bilgilerin kaynağı ve aracı deneydir. Fakat şunu da özellikle belirtmek gerekir ki Locke, bilginin oluşum sürecinde zihnin her hangi bir işlevi olmadığını düşünmez. Locke zihnin duyularla elde edilen bilgileri işlediğini reddetmez. O zihni duyumlara indirgememiştir.
Locke’un bu yaklaşımına karşın rasyonalist düşünür Leibniz “gerçekten de zihinde deneyden gelmeyen hiçbir şey yoktur; yalnız zihnin kendisi müstesna” diyerek deneyciliği de gözardı etmeden, akılcılığı ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Rasyonalistlerin bilgi türüne apriori bilgi denilir. Bu bilgi empirik bilgiden farklı olarak deneyden gelmeyen, deney öncesi bir bilgidir.
Rasyonalistler nedensellik ilkesinin kaynağının akıl olduğunu söylemektedirler. Öyle ki doğada herşey bir neden sonuç ilişkisinde gelişir; fakat deney yapılırken nedenler duyularla saptanamamakta, nedensellik süreci akıldan kaynaklı bir bilgi olarak karşımıza çıkmaktadır denilmektedir.
Binyıllardır Antik Yunan öncesi ve sonrasında, Aydınlanma döneminde ve Modern dönemde tartışılan bilginin öncelikli kaynağının duyuların mı yoksa aklın mı olduğu tartışmalarına karşı çıkan ve bu tartışmanın yanlış zeminde yürütüldüğünü düşünen filozoflar da olmuştur. Bunların en önemlilerinden filozof Sekstus, bilginin kaynağının akıl ve duyularda aranmaması gerektiğini savunmuştur. Ona göre Platon ve Aristo dogmatik, mutlak doğru bilgiye ulaşma çabasında yanılmaktadırlar. Öyle ki bu durumu şöyle açıklamaktadır.Bir şeyin mutlak biçimde doğru olduğunu belirtmek için bir kanıta ihtiyaç vardır. Dolayısıyla bulunan her kanıtta bir başka kanıta ihtiyaç duymaktadır. O’na göre kanıtlar sonsuza kadar gidemez ve böylesi bir tartışma yürütmek düşünceyi geriletmekten başka bir işe yaramayacaktır. Olanaksız olarak gördüğü bir unsur daha vardır ki oda ölçüt sorunudur. Bir şeyin ölçütü, bir başka ölçüte dayanmak durumunda olacağından bu da düşünceyi geriletecek bir durum olarak görülmektedir. Roderick Chisholm bu durumu şöyle özetler: “Neyi bildiğimizi bilmek için, nasıl bildiğimizi, nasıl bildiğimizi bilmek için de neyi bildiğimizi bilmek gerekir. Bu da bizi bir döngüselliğe götürür.” (Öymen;2000:138) Sekstus’a göre mutlak ve nesnel bir bilgi olamadığı gibi ortaya atılan bütün iddialar aklın ve duyuların bir dışavurumudur.
Tüm bu karşıt görüşlere rağmen, bilgi konusunda tartışmalar, genelde empirik ve rasyonel düzlemde gerçekleştirilmektedir. Öyle ki duyu, akıl ilişkisi sürekli vurgulanmakta ve döneme göre yeniden yorumlanarak tartışmaya açılmaktadır. Sekstus’tan yüzlerce yıl sonra Aydınlanma döneminde Kant, duyu ve akıl ilişkisi üzerine yeni bir yorum geliştirerek yeni tartışmalara yol açmıştır. Kant bilgiyi tek kaynağa indirgeme girişiminde bulunarak –kendinden önceki bir çok düşünürde olduğu gibi- “empirik bilgiyi rasyonel bilgi üzerinde temellendirmeye” çalışmıştır.(Özlem;2003:43) Platon, kavramını bilmek nesneyi bilmektir derken; O’na karşılık Kant, nesneyi insan aklının kurguladığı bir şey olarak yorumlar. Kant’a göre zihinde on iki kategori vardır ve bu kategoriler duyumlarımızla elde ettiğimiz verileri -ki bu veriler karmaşık bir şekilde zihne yansır- düzenleyerek onları sistemli bir şekilde düşünmemizi sağlar.
Görüldüğü gibi empirik ve rasyonel bilginin yorumları yaşanılan dönemin keşifleri, üretimleri genel olarak değişen niteliklerinden bağımsız olarak tartışılan ve değişik savlar öne sürülen tartışmalar değillerdir. Bilginin kaynağının biçiminin ve değerinin sınırlarının belirlenimi duyular ve akıldan kaynaklı elde edilen malzemelerden bağımsız olamamaktadır. Ve günümüzde genel kanaat getirilen düşüncenin bu doğrultuda olduğu savunulabilmektedir.
KISALTILMIŞTIR