Cevap :
Hindistan kast sisteminin temelde ırkçı olduğu ve Hindistan’ın ırkçı bir toplum olduğunu ileri sürmek pek inandırıcı değildir. ‘Bir kere doğmuş” ve “iki kere doğmuş” olanlar arasındaki temel ayrılmanın büyük olasılıkla fetheden Ariler ile fethedilen Dravidianlar arasındaki kültürel farklılık ile ilgisi vardır, ‘İkinci grup muhtemelen daha koyu tenliydi, ama bu fiziksel ayrılığın sosyal açıdan belirleyici rol oynadığı tespit edilememiştir.
İncil eski Samilerin ırkçı olduğuna dair hiçbir unsur taşımaz. Aynı şey Kuran ve İslam gelenekleri için de geçerlidir. Hatta Araplar 19. yüzyıl ortalarına doğru köle ticareti ile Afrika’ya büyük tahribat yaptıklarında bile tutumları Avrupa köleliliğinin ırkçı unsurlarını taşımıyordu.
Doğu Asya uygarlıkları (Çin, Japonya v.b.) diğer kültürlere karşı fiziksel güzellik ve yüksek etnosantrik yargılar taşıyan kendini beğenmişlik (narsisizm) dışında ırkçılık adı verilebilecek herhangi bir tavır göstermezler.
Batı toplumları ile ilişkilerden kaynaklanmadığı söylenebilecek çok az ırkçı yerli sistem vardır. Bunların en önemli olanı Rwanda ve Burundi’deki Tutsi ve Hutular arasındaki ırkçılıktır.
Ancak en geniş, en uzun süreli ve tehlikeli ırkçılık, Batı Avrupa ve onun Afrika, Asya, Avustralya ve Batı yarı küredeki kolonilerinde görülmüştür. Batıdaki bu ırkçılık göreceli olarak yenidir Eski Yunan ve Roma’da statü kriteri ırkçı değil, kültüreldi. Kölelik ırkçı ve etnik özellikleri olmayan hukuki ve ekonomik bir olguydu. Hiç şüphe yok ki, Roma’ya getirilen zenciler doğuştan aşağı kabul edilmiyorlardı.
Orta çağlarda, grup içi ilişkilerde dini ölçütler ağırlık kazanmışlardı. Yahudi karşıtlığı açıkça dini idi ve Rönesans, Reformasyon ve Din Savaşları suresince de devam etti.
Yeni Dünyanın İspanyollarca fethinin vahşet ortalaması yüksekti ve ekonomik sömürü söz konusuydu. Bugün ırkçılık her ne kadar Latin Amerika’da yok denemezse de kıtanın diğer bölgelerinde (Kuzeyinde) çok daha yaygın durumdadır Latin Amerika’nın çoğu bölgesinde, hatta Kızılderililerin yoğun olduğu ülkelerde bile kültürel kriterler fiziksel olanlardan daha önemlidir.
Genelde Portekizlilerin Afrika’daki kolonilerinin ırkçı olmadığını iddia etmeleri en azından İngiltere, Belçika ve Hollanda ile karşılaştırıldığında doğrudur. Bu durum Portekiz rejiminin diğer koloni rejimlerinden daha az ezici ve sömürücü olmadığı anlamına gelmez. Ancak Portekizliler diğerlerine nazaran daha az ırkçı ayırım yapmıştır. Portekizliler ırkçı olmaktan çok etnosantriktir.
Brezilya’da ırk ilişkileri oldukça karışıktır ve bir bölgeden diğerine büyük farklılıklar gösterir. Brezilya ırksal açıdan yüksek düzeyde bilinçli olarak tanımlanabilir; ancak ırkçı ayırımın iyi belirlenememiş formları burada da söz konusudur. Bu tür bir ayırımcılık, çoğunlukla, ırk, etnik ve sosyal sınıf unsurlarının ince bir karışımıdır ve bu karışımda ırk en önemli unsur değildir.
Fransa da, Portekiz ve İspanya gibi, koloni politikasında ırkçı olmaktan çok etnosantrizm eğilimi göstermiştir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Fransızlar Cezayir’de Araplara karşı hatırı sayılır düzeyde ırkçılık yapmışlardır.
Hollanda ve İngiltere dünyanın gördüğü en büyük ırkçı sömürge toplumları olan Güney Afrika, Amerika ve Avustralya’nın oluşturulmasından sorumludurlar.
Almanya’da 1930’larda Holocaust ile son bulan anti-semitizm dalgası, insanlık tarihindeki en korkunç ırkçı olaydı. Her ne kadar Nazi anti-semitizmi Avrupa’daki uzun süreli din hoşgörüsüzlüğünün bir sonucuysa da, Hitler’in üstün ırk teorisi bunu o güne kadar bilinmeyen bir soykırım faciasına dönüştürmüştür.
Din de önyargı ve ayırımcılık ile ilişkilidir. Avrupa’nın ırk konusunda oldukça hoşgörülü Katolik ülkeleri ile ırkçı Protestan ülkeleri ve bunların sömürge uzantıları arasında inkâr edilemeyecek farklar vardır. Katolik kilisesi daha evrensel tutumlar benimseyip ırkçılığı reddederken, birçok Protestan tarikat, özellikle daha yobaz ve köktendinci olanları, Kutsal kitabı ırkçı tarzda yorumlamışlardır.