Cevap :
ÖZET
KİTABIN ADI :ÇANAKKALE’DE ŞAHLANANLAR Destan Yazan Yiğitler Ve Analar
YAZARI :VEHBİ VAKKASOĞLU
YAYINEVİ :NESİL YAYINLARI
ANLATILACAK BÖLÜMLER:
GENEL BAKIŞ
1. Hulusi Bey’in “Destanı”
2. Hasan-Mevsuf Bataryası
3. Yarbay Hüseyin Avni Bey ve 57.Alay
4. Bardakçılı Mustafa
GENEL BAKIŞ
Kitap Vehbi Vakkasoğlu’ nun önceki kitaplarından olan Bir Destandır Çanakkale kitabına gelen mektuplar o kitapla ilgili bazı konular ile başlıyor.İlerledikçe Çanakkale’de yaşanan olaylardan anlatılıyor.
HULUSİ BEY’İN “DESTAN” I
Hulusi Bey 1896 yılının Ramazan ayı Elazığ’ın Kesrik köyünde dünyaya geldi.
Yazar Hulusi beyin adı gibi halis bir kişi olduğunu Allah rızasını gözettiğini belirtiyor.
Çarşı camii imamı sarı hafızdan ilk derslerini aldı.Askeri Rüştiye tahsili yaptı.İstanbul’daki Kuleli askeri lisesini bitirdikten sonra Harbiye mektebine geçti.Fakat eğitimini tamamlayamadan savaşa katıldı.12 nisan 1915 tarihinde Çanakkale cephesine sevk edildi.O gencecik yaşına rağmen bir kumandandı.26 temmuzda Conkbayırı muharebesinde bir top mermisinin patlamasından dolayı yüzünden göğsünden ve sol kolundan yaralandı.
O hiç mağlubiyet acısı görmedi.Çanakkale cephesinden sonra Azerbaycan’ın kurtuluşunda da yer aldı .Savaşan tarafların ateşkes ilan etmesi üzerine,Hulusi bey Trabzon’a döndü.Galip iken mağlup sayılan bir ordunun kumandanı olarak yine savaştı.İstiklal Savaş’ında da Antep ve Sakarya savaşlarına katıldı.1922 yılında yüzbaşı oldu.1928 yılında Eğirdir dağ talimgah öğretmenliğine tayin edildi. İşte bu tayin onun için bir milat oldu. Orada sürgünde olan Bediüzzaman hazretlerinin öğrencisi oldu ve “daima birine Üstad dedik hata etmedik” dedi. Onun öğrencisi oldu ve bir zaman sonra öğretici oldu. Sadece 8 kez görüştüğü ama daima mektuplaştığı üstadının Mektubat adlı eserinin ortaya çıkmasına vesile oldu.
Çanakkale gazisi olan Hulusi Yahyagil gencecik yaşında ateş ve bombardımanın arasında bir kumandandı. Bir atı vardı. Her şeye dost olan yüreği atına da dost oldu. Atına Destan adını verdi. Atını çok severdi. Hulusi beyin birliğine önemli bir görev verilmişti. İstanbul’dan yeni toplar geliyordu ve bu toplardan birinin cepheye ulaşması da onun birliğinin göreviydi. Top arabası yağmurun altında patikalardan geliyordu. Ama bir yerde araba takıldı. Ve çıkamıyordu. tam çıkacakken geri saplanıyordu çamura. Bu durumu gören Hulusi bey atından indi ve atını arabayı çekmeye yardımcı olması için gönderdi. Atlar biraz daha kuvvetlenmişti. Bir kere daha denendi fakat olmadı. Artık geç oluyordu.Bir deneme sırasında olayı izleyen Hulusi beyin sesi duyuldu şöyle diyordu: “Haydi oğlum Destan Din iman işi bu vatan işi” ve araba sonunda çukurdan çıkmıştı fakat atın biri yere yığılıp kalmıştı. Bu at destandan başkası değildi. Hulusi Bey bunun üzerine dizlerinin üstüne çöktü ve başladı ağlamaya.
HASAN – MEVSUF BATARYASI
Dardanos, boğaz girişinin karşısındadır. burası Anadolu yakasında Kum kale ’den sonraki en önemli tabyamızdır. Bu batarya boğaza giren düşmanın ilk hedeflerinden birisidir.
18 mart 1915 günü yoğun bir top ateşi altında kaldı. Tabya kumandanı hasan bey ve yardımcısı mevsuf büyük bir dirayet ve cesaret gösterdiler. Atış alanlarına girinceye kadar, ateş püskürten donanma toplarına karşı sabırla karşılık verip sustular. Dardanos’un işinin bittiğini düşünenler karanlık limana girdiklerinde canlı kalmadı denilen yerden müthiş bir ateş sağanağı başladı. Askerler duaların yardımıyla ateş ediyorlardı. Bu ateşlerden birinde Fransızların Bouvet gemisi denize atılmış bir tabak gibi batıyordu. İçinde yüzlerce askeriyle birlikte. Bu gemi batarken bütün dünyaya ders olacak nitelikte bir davranış gösteren Mehmetçik ateşi kesmişti. Daha sonra gelen kurtarma gemisine de ateş açmamıştı. Yoğun atış sonunda tabya geçilememiştir.
Ve en sonunda adı görevlerini en iyi şekilde tamamlayan kumandan hasan ve yardımcısının adı ile değiştirildi. Hasan – Mevsuf Bataryası.
Yarbay Hüseyin Avni Bey ve 57.Alay
Yazar Yarbay Hüseyin Avni Bey’in oğlu ile yaptığı konuşmayı anlatıyor. Konuşmada anlatılanlar şöyle;
Yazar “babanız şehit ettiğinde kaç yaşındaydınız” sorusuna karşılık anlatsam uzun zaman olur diyor ve kısa bir anısını anlatıyor.
“ Yıl 1945 idi. Avustralya’ l ı bir aile Çanakkale’yi gezmek için genelkurmaya başvuruyor. Ziyaret yasak olmasına rağmen izin geldi. Bu aile ile özel olarak ilgilendim. Evime misafir ettim. Oturup konuşurken Avustralya ‘ l ı adam duvardaki resmi işaret ederek işte bu adamdı bizi esir eden kumandan evet bu idi dedi. Bu adam Hüseyin Avni Bey den başkası değildir. Ardından Tekin paşa elinde babasına ait bir kutu ile gelir. Ve gösterir kutunun içindekileri. Avustralya ‘ l ı adam bağırarak bunlar benim eşyalarım der. Orada yaşananları anlatır adam. Çok kortuklarını söyleyince Tekin paşa niye korktuklarını iyi karşıladıklarını söyler. Adam şu cevabı verir. Bizi orada tutuyorlardı.arkadaşımla beraber bekliyorduk. Çok korkmamızın sebebi bize komutanın söyledikleridir. Bize Türk’lerin eline esir düşmeyin. Çünkü Türkler yamyamdır insanları yiyorlar demişti.bu sebeple tabiî ki korkuyorduk. Bizlerde orada Türk’lerin bizi yiyeceği saati bekliyorduk. Fakat çok centilmen bir milleti yakından tanımış oluyorduk.
Bardakçılı Mustafa
Atılan toplar yüzlerce binlerce şarapnel denilen parçalar ayrılıyordu. Yine böyle bir gündü. Seyitgazi’nin bardakçılı köyünden olan Mustafa Zeybek’ de bu parçalardan nasibini almıştı. Hemen sargı yerine götürüldü. Omuz kemiği kırılmıştı. Ameliyat edilmesi lazımdı ama yarası ona acı vermiyordu. Sipere geri dönmek istiyordu. Doktoruna bu isteğini iletti. Doktor kabul etti ve yara sarıldı ve sipere geri döndü. Aradan yıllar geçti Mustafa köyüne döndü. Bir hamama gitti. Yarasını ova ova içindeki şarapnel parçasını çıkardı.
anakkale'de yaşananlar, sadece kuru bir "savaş" kelimesiyle açıklanamaz. Orada yaşananlara ancak bir milletin "şahlanışı" denilebilir. Osmanlı torunu yiğit Mehmetçikler, yüreklerindeki iman gücüyle dünyanın "Süper Güçler"ine meydan okumuşlardır.
Hz. Ali'nin, Hayber Kalesi'nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı...O şahlanışla 276 kiloyu sırtlanmıştı Müctecip Onbaşı... O şahlanışın tesiriyle bir denizaltıyı, periskopundan, hem de top atışıyla yakalamıştı.
Çanakkale'de mektepli mücahitler de vardı. "İstanbul elden giderse aldığımız eğitimin ne önemi var" diyerek cepheye koşmuşlardı; pek çoğu da geri dönmemişti. Eli kalem ve kitap tutmaya alışmış binlerce delikanlı, kan ve ateş içinde şehadet şerbetini içmişti.
İngiliz ve Fransızlar tarafından kandırılan Müslüman esirleri kime karşı savaştıkları konusunda bilgilendirmek için Almanya'ya gönderilmişti Mehmet Akif...Ve bu muhteşem zaferi şiirleriyle abideleştirmişti.
Şehit anaları oğullarını "Ya şehit ol, ya gazi; yeter ki bu vatana düşman ayak basmasın" diye göndermişti cepheye... Kahraman hanımlar da eşlerini cepheye bizzat kendileri uğurlamış, şehadet haberleri geldiğinde de acıyı kalplerine gömmüş, her öğün bir tabak da onlar için indirip kaldırmışlar sofraya...Zaferi kazandıran yiğitler kadar analar da destanlar yazmıştı Çanakkale'de...Çanakkale destanı, kanla ve gözyaşıyla yazılmıştı.