Cevap :
TARİH İLERLEDİKÇE HERŞEY DEĞİŞİR VE GELİŞİR. BU DEĞİŞENLER ARASINDA EN ÖNEMLİSİ DİL VE KÜLTÜRDÜR.TÜRK DİLİ,TARİH VE KÜLTÜR BİRBİRİNE BAĞLI OLARAK DEĞİŞİR VE GELİŞİR.TARİHİ OLAYLAR İLERLEDİKÇE VE GELİŞTİKÇE(yazının bulunması vb) DİLDE DOĞAL OLARAK DEĞİŞİR VE GELİŞİR.HERŞEY DİLLE KAĞIDA DÖKÜLÜR.BİR KİTABIN HEPSİNİN RESİM OLMASI BİZE BİRŞEY ÖĞRETMEZ AMA YAZI YAZILARAK AÇIKLANMASI FAYDA SAĞLAR.TARİHİ OLAYLAR İLERLEDİKÇE DİLDE İLERLEME GÖSTERİR.
Türklerin tarihleri boyunca etkisi altında kaldığı İslâmiyet öncesi inanç sistemleri, öğretiler ve dinler üzerinde durulmuştur. Bilindiği üzere Türkler, dünya coğrafyası üzerinde sık sık yurt değiştirerek çok geniş bir alana yayılmış, birçok kültür ve dinin etkisi altında kalarak zengin bir kültürel yapıya sahip olmuştur. Bunun sonucunda Anadolu’da, Orta Asya’dan günümüze değişen, gelişen geleneğe bağlı bir halk kültürü oluşmuştur. İslâmiyet öncesi dönemde o günkü inanç sistemlerine, kültür ve geleneklerine dayalı halk kültürü ürünlerine sahip olan Türkler, İslâmiyet sonrasında da eski inanışlarından tamamen kopamamış, bunlara ait birtakım izleri yeni kültür içerisinde yaşatmaya devam etmiştir. İnancın kültürü, kültürün de halk kültürü ürünlerini etkilediği gerçeğinden yola çıkan Artun, bu bölümde eski Türklerin inanç sistemleri, öğretileri ve dinleri hakkında bilgi vererek bunların günümüz Türk halk edebiyatının kollarından birisi olan anonim ürünlere dolayısıyla mensur ürünler üzerindeki etkisine dikkati çekmeyi amaçlamıştır. Buna bağlı olarak eserinde öncelikle İslâmiyet öncesi inanç sistemlerinden Totemizm, Animizm, Şamanizm, Budizm, Zerdüştîlik ve Maniheizm hakkında bilgi verdikten sonra Türklerin daha evvel etkisinde kaldığı semavî dinlerden Musevîlik ve Hıristiyanlık üzerinde durmuştur. Eski Türklerdeki put-fetişler ve kült konusuna da değinen Artun, bugün de çeşitli gelenek ve göreneklerde, anlatılarda yaygın olarak izleri görülen atalar kültü, gök tanrı kültü ve tabiat kültleri hakkında bilgi vermiş, ardından ölüm ve ölüler kültü, sihir ve büyü, falcılık ve kehanet, şekil-don değiştirme, Tanrı’nın insan şeklinde görünmesi, bayram-tören ve ayinler, tenasüh, yağmur taşı ve yağmur tılsımları, havada uçma gibi İslâmiyet öncesi çeşitli âdet, inanç ve pratikleri ele alıp incelemiştir.
"Edebiyatla din arasında ne gibi ve ne ölçüde bir münasebet vardır? Dinî meseleler, edebî eserlere konu olabilir mi? Dinî konuların edebî eserlerde işlenmesi, bunun da ötesinde dinin, edebî eserleri şekillendirmesi, hattâ edebî eserlerin bir dinin tebliğ ve telkin vasıtası olarak kullanılması edebiyatın özüne uygun mudur? Bu ve benzeri sorular, yüzyıllardır edebiyat teorisinin en önemli tartışma konularından biri olmuştur. Bu tartışmalar genel olarak iki ana grupta toplanır:
Kimi edebiyat teorisyenlerine göre, edebiyatın yegâne fonksiyonu, estetik zevk ve heyecan uyandırmaktır. Bu yüzden edebiyatın, bir fikrin, bir davanın, bir ideolojinin, bir inancın, bir dinin, tebliğ ve telkin vasıtası olarak kullanılması, onun mahiyetine aykırıdır. Edebiyatın gayesi, sadece edebiyattır. Edebiyat, okuyucuda, hoş ve ilgi çekici bir duygu, salt bir güzellik duygusu uyandırdığı zaman, fonksiyonunu yerine getirmiş olur. Yani edebiyatın, edebiyattan başka gayesi yoktur. Klâsik ifadesiyle söyleyecek olursak, "sanat sanat içindir", "edebiyat şahsî ve muhteremdir." Edebiyat, kendisi dışında hiçbir maksat için kullanılamaz. Dolayısıyla dini ve dinî değerleri işleyen bir edebiyattan söz edilemez.