Cevap :
ecel aman verirse
ecel teri dökmek
eceli gelmek
eceline susamak
eceliyle ölmek
Eciş bücüş
edebini takınmak
edebiyat yapmak
Edi ile büdü (şakire dudu)
efendi efendi
Efendiden adam
Efendim nerde, ben nerde?
efendime söyleyeyim
Efendime söyliyeyim
Efkar basmak
Efkar dağıtmak
efkâr dağıtmak
Eğilip bükülmek
Eğri (gözle) bakmak
eğri büğrü
eğri gemi doğru sefer
Eğri gemi, doğru sefer
Eğri oturup doğru konuşmak
Eğrisi doğrusuna (karşı, rast) gelmek
eğrisi doğrusuna gelmek
Ekini (ek yerini) belli etmemek
Ekmediğin yerde bite
Ekmeği dizinde
Ekmeğinden etmek
ekmeğine yağ sürmek
Ekmeğini kazanmak
Ekmeğini taştan çıkarmak
Ekmeğinl kazanmak
Ekmek elden su gölden
ekmek kapısı
ekmek parası
eksik çıkmak
eksik etek
eksik etmemek
eksik gedik
eksik olma
Eksik olsun
Ekşi yüz
Ekşi yüz (surat)
el açmak
el almak
el altından
El altından (alttan alta, gizliden gizliye)
el atmak
El atmak (bir işe)
El ayak çekilmek
El bağlamak
El basmak
El bebek gül bebek
el çabukluğu
El çabukluğu ile
el çekmek
el çırpmak
el değmemiş
El elde baş başta
el ele
el ele vermek
El eliyle yılan tutmak
el emeği
El ense çekmek
El ermez güç yetmez
El ermez, göz görmez
El etek (el ayak) öpmek
El etek çekmek
el etek öpmek
el etmek
el kadar
El kaldırmak
el kapısı
El kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım
el kiri
el koymak
El oğlu
El oğuşturmak
el sıkışmak
el sürmemek
el şakası
el ulağı
el uzatmak
El üstünde tutmak (bir kimse)
El üstünde tutulmak
el vermek
el yordamıyla
Elde avuçta bir şey kalmamak
Elde bir
elde etmek
elde kalmak
Elde olmamak
Elden ayaktan düşmek
Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek)
elden çıkarmak
Elden çıkmak
elden düşme
Elden ele dolaşmak
Elden ele dolaşmak (gezmek)
Ekmeğinden etmek: İşinden çıkarmak veya atmak."Adamı durup dururken ekmeğinden ettiler."
Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek."O işi bana vermemekle yabancıların ekmeğine yağ sürdün sen."
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak."Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o."
Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak becerilikte olmak, her türlü işi yapmak."Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına katılmakta gecikmedi."
Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Ekmek kapısı: Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri."O dükkân benim ekmek kapım, asla satmam, satamam onu!"
Ekmek parası: Kazanç, geçinmek için kazanılan para."Ekmek parası kolay kolay kazanılmıyor."
Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar."İkramiye ile eksiği gediği kapadılar."
Ekşi yüz: Somurtkan, asık yüz."Onun ekşi yüz göstermeye hakkı yoktu."
El açmak: 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için yalvarmak."İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti."
El altından: Kimsenin haberi olmadan, gizlice."Parayı el altından verdi."
El atmak: 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine karışmak."Üstüne vazife olmayan işe el atma sakın!.."
El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek."Bu iş ancak el ayak çekildikten sonra yapılır."
El basmak: Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek."Kur`ân`a el basarım ki bu işi ben yapmadım."
El çabukluğu: 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme."Adamın cebinden el çabukluğu ile cüzdanı çekiverdi."
Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak."Elde avuçta bir şey kalmayınca ne yapacağını şaşırdı."
Elde etmek: 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına çekmek."Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, boşuna uğraşma."
Elde kalmak: 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış olmak."Şu kasadaki üzümler elde kaldı."
Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek."Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin."
Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak."O arsa elden çıktığı için üzüldüm."
Elden düşme: Az kullanılmış."Elden düşme bir araba aldı."
E
El kaldırmak: 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek."Sen ne cüretle babana el kaldırırsın!"
El kapısı: 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, yurdu."Yıllarca el kapılarında çalıştım durdum."
El koymak: 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim olmak."Hükümetin el koyduğu arazi burdan başlıyor."
Elle tutulur gözle görülür: Çok açık, gizli bir tarafı yok."Şu zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir iş yaptın mı sen?"
El oğlu: 1. Yabancı. 2. Damat."El oğluna güvenme sakın!"
El sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. Yapımına başlamamak."İşe el sürmeye vakit bulamadım daha."
El uzatmak: 1. Birine yardım etmek. 2. Dokunmaya, almaya çalışmak."O bizim bir yakınımız, ona elimizi uzatmalıyız hemen."
El üstünde tutulmak: Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek."Dedem ailemizde el üstünde tutulurdu."
El yordamıyla: Tahminlerine, sezgilerine dayanıp elle yoklayarak."El yordamıyla kibrit kutusunu buldum."