Cevap :

Bizim dinimiz bilimine çok önem verir.

FELSEFE - BİLİM İLİŞKİSİ
Her ikisinin de amacı doğruya yönelmektir. Akıl ve mantık doğrultusunda evrendeki olaylara ait konuları içerir. Başlangıçta bilimle felsefe iç içedir. Evrendeki olay ve varlıkların dinden bağımsız ilk açıklamaları felsefe
C - ) Her ikisi de kavram ve soyutlamalar kullanarak ilke ve yasalara varmak isterler.
Öte yandan onlar arasındaki farklılıkları şu ana başlıklar altında toplamak mümkündür.
1 -) Bilimin kavram ve soyutlamaları felsefeninkilere göre daha az geneldir ve daha özel alanları konu alır.
2 - ) Felsefenin hem olguları hem de değerleri ele almasına karşılık bilim ancak olgularla veya ancak bir olgu olarak değerlerle ilgilenir ( örneğin insan bilimleri veya sosyal bilimler ); değerler, alamlar, idealler, erekler, böyle olmaları bakımından bilimin konusu olamazlar. Daha basit bir deyişle bilim ele aldığı olgular üzerinde iyi, kötü, doğru, yanlış, haklı, haksız vb. türünden değer hükümleri veremez, onlara erekler, idealler, anlamlar yükleyemez;
3 - ) Bilimin önermelerinin doğrulanabilmelerine ( tahkik edilme, verification ) karşılık felsefesinin önermeleri dar anlamda doğrulanamazlar. Bilime dayanarak hesaplamalar yapıp ön deyilerde (prediction ) bulunma imkanına sahip olmamıza karşılık felsefede böyle bir şey söz konusu değildir.
4 - ) Bilimsel araştirma ve buluşlar yapma yöntem ve usullerinin belli ve ögretilebilir olmalarina karşilik felsefenin filozoflar tarafindan bile üzerinde uzlaşilan belli ve standart bir araştirma, düşünme yöntemi mevcut degildir. Deyim yerindeyse her filozofun kendisine özgü bir felsefe yapma biçimi vardir.
5 - ) bilime dayanarak bilimin uygulaması olan teknolojiler yaratabilmesine karşılık felsefede yine böyle bir imkan mevcut değildir. Felsefe bir düşünme (nazar, theoria ) ve eylemedir (amel, praksis ), bir yapma, meydana getirme (sanat,tekhne ) değildir. Dolayısıyla ondan, bilimden olduğu gibi bir tekniğin, teknolojinin, sanatın, sanayiinin çıkması mümkün değildir.
Bununla birlikte felsefenin tarih içinde kendisiyle en fazla işbirligi içinde bulundugu kendisinden daha fazla etkilendigi önemli kültürel - insani faaliyet bilim olmuştur. Felsefe her şeyden önce insanin kendisini çevreleyen evreni, toplumu, insanin bizzat kendisini tanimak ve bilmek amacina yönelik oldugundan çeşitli bilimlerin bütün bu konulardaki çalişmalarinin sonuçlarindan haberdar olmama lüksüne sahip degildir. Öte yandan bilimin amaci da dogru bilgi olduguna göre o, dogru bilginin imkani, koşullari, kaynaklari, sinirlari konusunda kendisine yol gösterebilecek, kendisini eleştirecek ve bilinçli kilacak felsefi araştirmalarin sonuçlarina kayitsiz kalmaz. Bununla birlikte felsefe bilim degildir ve felsefede bilimde oldugundan daha büyük ölçüde “ yaratici zeka”ya, bilgi birikimine, seziş ve duyuşlara ihtiyaç oldugundan söz edilebilir.
Bilim bilgi edinmek için araştirmalar yapar; ama bilginin ne oldugunu incelemez. “Bilgi nedir ? “,”Bilgiler ayni nitelikte midir?” diye sormaz. Bilim, inceledigi olay ve olgular hakkinda “iyi”, “kötü”,”hakli”,”haksiz” türünde deger yargilarinda da bulunmaz. Bunlari felsefe üstlenir.
Felsefe konu bakımından olduğu gibi yöntem bakımından da bilimden ayrılır. Bilim tüme varım ve tümden gelimi kullanırken felsefe daha çok kuramsal düşünüş, sezgi ve birleştirici yöntemden yararlanır.
Bilimler bağımsızlıklarını kazansa da felsefe ile olan baglari tamamen kopmamıştır. Felsefe bilimleri ulaştığı sonuçları sorgulayıp değerlendirmek suretiyle bilime yol göstermiştir. Böylece sürekli bir etkileşim içinde olmuşlardır. felsefe ve bilim arasında bazı benzerlikler ve farklar vardır.



FELSEFE DİN İLİŞKİSİ
Dinsel denebilecek bilgi ile bilimsel veya felsefi bilgi arasında gerek kaynakları, gerek erekleri, gerekse yapıları bakımından büyük farklılıklar vardır. Aslına bakılırsa dinde, bilim ve felsefede anlaşıldığı anlamda bir bilgiden söz edilemeyeceği bile söylenebilir. Din “insan hayatını, insanın içinde bulunduğu evrenle belli ölçüde doyurucu ve anlamlı bir ilişkiye sokma çabası ve insani işlerin yürütülmesinde bilgelik sağlama girişimi”dir. Ama din bunu entelektüel bir plandan çok pratik ve duygusal bir planda gerçekleştirmeye çalışır. Daha basit bir deyişle din, insanın dünyayı bilme ihtiyacından çok, dünyaya ve onu idare eden ilkeye, Tanrı’ya, insan hayatının bir anlamı olduğuna inanma ihtiyacına karşılık verir. İnanma ve bilme arasında ise apaçık bir farklılık vardır: Bilinen bir şeye inanılmaz, o şey yalnızca bilinir. İnanılan bir şey ise bilinmez, daha doğrusu bilinme ihtiyacında değildir veya her hangi bir bilgi ile doğrulanmaya veya yanlışlanmaya ihtiyaç göstermez. Dinler kendilerine yönelen insanlardan “bilgi” istemezler çünkü, o “bilgi”yi zaten kendileri onlara verme iddiasındadırlar. İnsanlardan istedikleri verdikleri bu bilgiye, getirdikleri mesaja inanılması , iman edilmesidir. Zaten imanın değeri de son tahlilde burada yatar. Eğer bilmek iman etmenin veya inanmanın yerini tutabilseydi veya iman edilen şey aynı zamanda bilinmesi yapısal olarak mümkün bir şey olsaydı, o zaman dine gerek kalmaz, bir süre sonra inancın yerini bilgi alırdı. İman, insanın bir şey, bir varlık, bir değer hakkındaki bilgi eksikliğinden ötürü geçici bir süre için benimsenen ve bu konuda kesin, güvenilir bilgilere ulaşma imkanı doğduktan sonra yerini bu bilgiye terk eden bir zihin etkinliği veya bir ruh tasdiki değildir. Tersine bir şey, bir