Cevap :
İslam’ın doğduğu ortam
İslam Dinin Allah tarafından Peygamber aracılığıyla gönderildiği ortama baktığımızda farklı ve birbirinden ilginç olan bir durumla karşılaşmaktayız. Dini anlamda Hicaz bölgesinde özellikle putperest insanların çoğunlukta olduklarını görmekteyiz. Kabe’nin içi ve avlusu sayısı üç yüzü geçen putlarla doldurulmuş ve hatta bunlarda Lat, Uzza ve Menat putlarının varlığı Kur’an’da bile zikredilerek, yanlışlık dillendirilmiş ve insanların bu putlardan medet ummalarının bir başarıya ulaştırmayacağı ve asıl kurtuluşun İslam olduğu belirtilmiştir.
Diğer bir inanç sistemi ise Medine’de bulunan diğer adıyla Yesrib ve Hayber bölgesinde yaşayan Yahudilerdir. Bunlar tek Allah’a inanmalarına rağmen, kendi inanç sistemlerine ve Tevrat’a kendi düşüncelerini katarak, Allah’ın ve dinin özünden uzaklaşmışlardır. Yahudilik temelde İslam Diniyle örtüşmesine rağmen sonradan din alimleri, kendi düşünce ve fikirlerini katmalarıyla asıl saflığından uzaklaşıp, milliyetçi bir din durumuna getirilmiştir.
Diğer bir grup olan Hıristiyanların çok az olmalarına rağmen onlarında varlığını ve Peygamberin hadislerinden onlardan ve komşuluklarından bahsedildiğini görmekteyiz. Onlarda Hz.İsa’nın getirmiş olduğu ilkeleri terk ederek, kendi düşünceleriyle yoğurdukları farklı bir inanç sistemi, ortaya çıkarmış bulunmaktaydılar. Bu ilkeler bütünlüğü içerisinde Din düşüncesinin içerisine şirk unsuru olan teslis inancını katarak, gerçek anlamda Vahdaniyet ilkesinden uzaklaşmış bulunmaktaydılar.
Bu dönemin tevhid inancına sahip olan tek inanç sistemi Hz.İbrahim’in yolundan gittiklerini, söyleyen Hanif dinine mensup kimseleri görmekteyiz. Bunlar temelde Tevhid inancını dile getirmekte, şirk unsuru sayılabilecek durumları davranışlarında bulundurmamakta, Allah’a inanmakta ve putları kabul etmemekteydiler. Bunların en güzel şekilde yaşayanlardan biri Varaka b.Nevfel isimli zattır ki, bu Peygamberimize ilk vahiy geldiğinde, Hz.Hatice, Peygamberimizi onun yanına götürmüş, düşüncelerini ve Peygamberle olan anlamlı konuşmasını hadis kitaplarında detaylı bir şekilde görmekteyiz.
Dinin doğduğu ortamda bu tür dini hayatlar bulunmaktaydı. Herkesin bir dini yaşantısı veya putlara tapan bir müşrikler topluluğu mevcuttu. Sosyal anlamda ise kabile hayatı mevcuttu. Şehir içerisinde devlet olmaktan öte güçlü olanların kendilerini savundukları şehir klan sistemi kendini göstermekteydi. Güçlü kabileler, diğer zayıf olanlar üzerinde baskı oluşturarak üstünlüklerini ortaya çıkarmaktaydılar. Yine kabileler arasında kan davaları ile ilişkileri germekteydiler. Çünkü devlet gücünün olmadığı toplumlarda ve hukukun olmadığı bir yaşantıda halkın kendi gücüyle yerine getirmeye çalıştığı yetersiz bir hukuk sistemi ile kan davalarının yaygınlaştığını görmekteyiz.
Bu sosyal hayat içerisinde, içki su gibi tüketilmekteydi ve her şey üzerine kumar oynanmaktaydı. Kumarda değerli olan her şey bahis konusu yapılarak, aile, güç ve manevi olan her şey sömürülmekteydi. Haliyle insan ilişkilerinde hak ve özgürlülükler bırakılmamaktaydı. Zayıf olanların, kadınların ve çocukların hakları bulunmamaktaydı. Kız çocukları diri gömülmekteydi. Üstünlük sadece güçlü olan erkeklerdeydi. Kızların bir değeri ve önemi yoktu. Kadınların bir değeri bulunmamaktaydı. İnsanların köle, zengin, fakir, güçlü ve zayıf şeklinde sınıflara ayrılmasının yanı sıra aralarında büyük uçurum oluşturulmaktaydı. Zayıf olanın elindeki malı, güçlü olanın istediği şekilde ele geçirip ondan alabilirdi. Her şey güçlüler için ve onların geleceklerini garanti altına almak için mücadele etme alanıdır.
Ekonomik ortamda en önemli alan, insanların ticarete önem vermeleridir. Çünkü Hicaz bölgesi, diğer yerlerden insanların yoğun olarak geldikleri bir yer olarak karşımıza çıkmakta ve Mekkeliler de bunu iyi değerlendirerek panayırlar kurarak ekonomik zenginliğe katkı sağlamaktaydılar. Diğer ticari bir alanda yıl içerisinde Şam bölgesine ve Güney istikametindeki Yemen bölgesine yapılan ticari seyahatlerdir. Bu ticari seyahatler riskli ve tehlikeli durumlarına rağmen karlı alışverişlerin oluşmasını sağlamaktaydı.
Bir diğer ekonomik alan ise hayvancılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü geçim kaynağı olarak ele alınan ve yiyeceklerin temel kaynağı olan hayvansal ürünlerin oluşturulması için hayvancılığa ihtiyaç duymaktaydılar. Hayvancılık sayesinde çölün ortasında yetişen insanlar yiyeceklerin elde edilmesini sağlamış olurlar.
Peygamberin yaşadığı ortamda kültürel olarak sözlü ürünlerin mevcudiyetini görmekteyiz. Temelde şiire önem veren ve güzel şiirler oluşturan insanların varlığına şahit olmaktayız. Çünkü şiir sayesinde kelimelere her türlü anlam yüklenerek ve kendilerine ait olan duygularını şiir sayesinde dillendirmekteydiler. Sadece şiirlerini sözlü olarak söylemekteydiler. Çünkü okuryazar oranı en az olan yerlerden biri olarak karşımıza çıkmaktaydı.
Kültürel ortamın zenginliği sayesinde insanlar duygularını kelimeler aracılığıyla dile getiriyorlardı ve panayırlarda bunu söyleyen şairler, halkın ve özellikle zenginlerin bahşişleriyle de geçimlerini sağlama yolu olarak karşımıza çıkmaktaydı.
İşte bu ortamda doğmuş olan İslam, bakir olan toplumların özlemini çektiği değer yargıları ile donatılmış bir din olarak insanların teveccühünü kazanmaktaydı. Kendilerine yakın olan değer yargıları ve onların isteklerini dillendiren bir yapıda olması, Peygamberin etrafında kölelerin, zayıfların, hakları ellerinden alınan insanların kümeleşmesine yol açmaktaydı. Peygamberin her kesime eşit mesafede bulunması ve onların dertlerine derman olması, O’nu ve İslam’ın herkes tarafından benimsenmesine yol açmıştır.
İslam İdaresinde Din ve İbadet Özgürlüğü
Hz. Muhammed (sav) döneminden başlayarak, İslam topraklarında her zaman için tam anlamıyla bir din özgürlüğü hakim olmuştur. Yahudilerin ve Hıristiyanların inançları, ibadetleri, kiliseleri, sinagogları, din eğitimi veren okulları Müslümanların güvencesi altına alınmıştır. Havralar ve kiliselerin korunacağına dair garantiler, Peygamberimiz (sav) döneminden başlamak üzere, Kitap Ehli ile yapılan sözleşmelerde yer alan önemli hükümlerdir. Ayrıca ilk dönemlerde yapılan anlaşmalarda, Müslümanların yolculukları sırasında güzergahları üzerinde bulunan manastırlarda kalmalarına müsaade edilmesine dair maddeler de bulunmaktadır. Bu da, Müslümanların Kitap Ehli ile ilişkilerini karşılıklı saygı zemini üzerinde geliştirmeye özen gösterdiklerine bir işarettir.