Cevap :
İkinci olaraktan da, nesnel ilişkilerden kaynaklı olan hızlı gelişmelerin ve nesnelci eytişmelerin o günlerde bilinmesi, görülmesi olanaksızdı. Bu yüzden, nesnelci meşruiyetliğin okunup, bilinirleş ilip kuralcı olumlanmasının yapılmasıda şimdilik olası değildi. Bu nedenle yeni toplumumsu yapı ve yeni halk yapısı, öznelci ortak anlayışlar içinde (inalcı anlayışla), yorumlaştırılan düşüncelerini, edinilmeliydiler.
İşte bu yeni olan, ittifakı olacak olan ortak anlayışı çıkarmayı üslenme işi, içini de dolduran, ahlakçı düşünürler vardı. Gelecekteki oluşacak laik sistemler bu iki ayrı uzayın (nesnel ve öznel uzayın), o zamanlarda bitiştirilen, birbiri ile beraber yorumlanan bağıntılarını, sonra tekrardan, ayıracaktı. Nesnelci ilişkinin (Sezar'ın) hakkını topluma (Sezar'a); öznel sosyal olanın (Tanrı'nın) hakkını da, özele, halka (tanrı'ya) ayrıştıracaktı. İki alan girişmesi alan bilinemezlikleriylen zorunlu olarak birlikte yorumlanmıştı. Yine alan bilinirliğiylen de zorunlu olaraktan da ayrışacaktı.
Laik sistem, toplum ve halk alanlara ait farklı sekansların, birbirine göre düzgün işlemesini apaçık ortaya koyacaktı. Halk, kendi tutumlarının, meşruiyetçi olan çekimleşmesine değin öğretilerini bu saygın bilgelerden alıyorlardı. Bilgeler de meşruiyetliklerini, totem (ilah) adamlığından alıyorlardı. İlahlar ya da totemler ise, zaten meşruiyetin kendi kendisine yansıma ata soy oluşumlu, sanı kanıcı olan legalite kaynağıdırlar. Halk; bu etkileşmelerini, gelenek olaraktan benimserler ve sosyolojik deneyimlerle bir kazanç aktarımı olaraktan da, bu öğretilerin sosyal genetik sürerliliğini benimsediler.
Bunun dışında halk, herkesin ya da çok kesimlerin ilgisinde olabilecek, kendi çekim merkezlerini kendileri oluşturamazdılar. Çünkü çekim dinamiğini oluşturmanın nesnel öznel kaynağı topluma geçmişti. Halka sadece toplumdan ve gelenekten yansıyan öznellikler kalmıştı. Halk, kendisi dışında oluşturulmanın bir (öznelliğin) çekim odağı idi. Bu da çok ama çok güçlü bir yaptırımdı. Buradaki var oluş aklın kullanımından çok güvenliğin kullanımını sinyal ize eden itaati yaşantılaşma ve anlamalardır. Bu yapı halkın parçalı etnik totemli oluş yapısından da kaynaklanır. Halkın varlığı halktan değil, toplumdandı (toplum ve halk yazı dizime bakılabilir).
Toplumlar, kurum ve kuralları ile halkın parçalı yapılarını ittifakı bağıntılarken, halk inançsal, geleneksel, aitleştirmesinin dışında bir nedenle; üyelerini bağıntılı kılamazdı. Bu, toplumların halk üzerinde olan, zorunlu bağıntılı çekimleyiciliğidir. Halkın varlığı; toplumların, toplumsal üretimlerinden ötürüdür. Ve yine toplumların toplumsal bölüşürlerindeki olgular sayesi nedeniyledir. Halkın topluma olan bu (halk olma) bağıntısı; toplumundan(sağlayışlarından) ötürüdür.
“Yeni bir başlangıç yapmak gerek” diyerek yola koyulmuştuk. Yaşamlarımızı kolaylaştırmak yerine sorun çıkaran gelenekselleşmiş kalıplardan sıyrılmak, tabuları yıkmak ve hayata yepyeni bir bakış sunmak için; radikal, marjinal, diyalektik, yenilikçi, devinimci ve devrimci bir ideal ile merhaba demiştik insanlığa..
Takipçilerimiz bilirler. Bonoboizm makalelerinde, söylemlerimi, tezlerimi, çözüm önerilerimi daha ziyade organik canlılık ve bunun kültürel yansıması üzerinden geliştirmiştim. Gündelik yaşamda çok fazla deneylediğimiz, pratik açıdan karşılığını bulabildiğimiz şeylerdi bunlar. Her ne kadar birçoğunda zamanı geriye işleterek bir anlatıya başvursam da pratikte nesnel karşılığı olması insanların konularla ilgilenmesi ve anlaması adına daha yeğlenen bir durumdu benim için. Gel gör ki, yaşam makro evrenden ve nitel sonuçlardan ibaret değildi. Gündelik yaşamımızda çok fazla karşılığı olmasa da uzay-zaman ilişkisini, yaşamın atom altı işleyişini anlatmadan konuları yerli yerine oturtmak imkânsızdı. Ancak bir sorun vardı. Bunu nasıl anlatacaktım? Zaten son derece karmaşık bir alan olan inorganik canlılık bilimini, burjuva, anlaşılması zor birtakım kavramlar, terimler, formüller, denklemler gibi terminolojik bir dil ile iyice zıvanadan çıkarmıştı. Buda yetmemiş, bilimi ve bilim adamlarını adeta kutsallaştırmıştı sanki çok matah bir şeymiş gibi. Fizik ve kimya başta olmak üzere, biyoloji, psikoloji, jeoloji, antropolojiden tıpa kadar tüm bilimsel disiplinleri kapsamakta bu karmaşıklık. Yaşamı basitleştirmek yerine gittikçe karmaşık hale sokuyoruz, oysa tüm bilimsel araştırmalar karmaşık gibi gözüken doğa yasalarını anlamak üzerine geliştirilir. Bilimler kötüye kullanılıyor ve suistimal ediliyor. Bilimsel bilgileri işçi sınıfından, halktan uzak tutarak ve birtakım çıkarları adına kullanarak bilimi anlaşılmayacak ve uğraşılmayacak denli zorlaştırıyorlar. Öyle ya, işçi sınıfı eğitimsiz ve cahil, ne anlar protondan, pozitrondan, aminoasitlerden, RNA’dan, teorilerden, hipotezlerden! O, bedenini koysun ortaya, emeğini koysun, çalışsın, üretsin, tüketsin, çocuk yapsın köle doğursun, ölsün, sistemi sırtında taşısın.. Birde beyaz yakalılar var tabi. ...Hümaniste sorarsanız Fransızca bilmeyen Montenyi'den anlamıyan Mitologya tragedya Hümanizma helenizma Hiçbirinden çakmayan Bir yörüktür koçero Ne anlar rönesanstan Ne anlar restorasyondan...
Takipçilerimiz bilirler. Bonoboizm makalelerinde, söylemlerimi, tezlerimi, çözüm önerilerimi daha ziyade organik canlılık ve bunun kültürel yansıması üzerinden geliştirmiştim. Gündelik yaşamda çok fazla deneylediğimiz, pratik açıdan karşılığını bulabildiğimiz şeylerdi bunlar. Her ne kadar birçoğunda zamanı geriye işleterek bir anlatıya başvursam da pratikte nesnel karşılığı olması insanların konularla ilgilenmesi ve anlaması adına daha yeğlenen bir durumdu benim için. Gel gör ki, yaşam makro evrenden ve nitel sonuçlardan ibaret değildi. Gündelik yaşamımızda çok fazla karşılığı olmasa da uzay-zaman ilişkisini, yaşamın atom altı işleyişini anlatmadan konuları yerli yerine oturtmak imkânsızdı. Ancak bir sorun vardı. Bunu nasıl anlatacaktım? Zaten son derece karmaşık bir alan olan inorganik canlılık bilimini, burjuva, anlaşılması zor birtakım kavramlar, terimler, formüller, denklemler gibi terminolojik bir dil ile iyice zıvanadan çıkarmıştı. Buda yetmemiş, bilimi ve bilim adamlarını adeta kutsallaştırmıştı sanki çok matah bir şeymiş gibi. Fizik ve kimya başta olmak üzere, biyoloji, psikoloji, jeoloji, antropolojiden tıpa kadar tüm bilimsel disiplinleri kapsamakta bu karmaşıklık. Yaşamı basitleştirmek yerine gittikçe karmaşık hale sokuyoruz, oysa tüm bilimsel araştırmalar karmaşık gibi gözüken doğa yasalarını anlamak üzerine geliştirilir. Bilimler kötüye kullanılıyor ve suistimal ediliyor. Bilimsel bilgileri işçi sınıfından, halktan uzak tutarak ve birtakım çıkarları adına kullanarak bilimi anlaşılmayacak ve uğraşılmayacak denli zorlaştırıyorlar. Öyle ya, işçi sınıfı eğitimsiz ve cahil, ne anlar protondan, pozitrondan, aminoasitlerden, RNA’dan, teorilerden, hipotezlerden! O, bedenini koysun ortaya, emeğini koysun, çalışsın, üretsin, tüketsin, çocuk yapsın köle doğursun, ölsün, sistemi sırtında taşısın.. Birde beyaz yakalılar var tabi. ...Hümaniste sorarsanız Fransızca bilmeyen Montenyi'den anlamıyan Mitologya tragedya Hümanizma helenizma Hiçbirinden çakmayan Bir yörüktür koçero Ne anlar rönesanstan Ne anlar restorasyondan...