Cevap :

Sewil

Bir Devlet Kuramına İhtiyacımız Var mı? C.B.Macpherson  

Benim sorunum modern devletlerde siyasi sürece dair kuramsal bir anlayışa ihtiyacımız olup olmadığı değil, modern çağda, diyelim ki Bodin ve Hobbes’tan Hegel’e ve 19. yüzyıl hukuki egemenlik kuramlarına ve Green ile Bosanquet’nin (daha küçük çaplı fakat eşit derecede büyük ve önemli amaçları olan) kuramlarına ve Barker, Lindsay ve MacIver gibi 20. yüzyıl düşünürlerine dek uzanan ünlü “büyük” kuramların tumturaklı tarzına sahip bir devlet kuramına ihtiyacımız olup olmadığıdır.

 

Çağdaş devletlerin işleyişlerini anlamak için kendi liberal-demokratik devletlerimizdeki (ve eğer daha etraflı bir biçimde bilgilenmek gerekirse, Üçüncü Dünya devletlerindeki ve komünist devletlerdeki) siyasi sürece dair kuramlara ihtiyacımız olduğu açıktır. Özellikle liberal-demokratik devlet konusunda böyle bir süreç kuramının eksikliği duyulmamaktadır. Son bir kaç on yılda siyaset bilim çalışmalarının büyük bölümü bu alanda yapılmıştır ve bu da bize partilerin, bürokrasilerin, baskı gruplarının rolleri, oy verme davranışının belirleyenleri ve benzerlerine dair yeni bir anlayış kazandırmıştır. Bugüne dek geçerli olan kuram -ki bu, çoğulcu-seçkinci-denge kuramı olarak tanımlanabilir ve yalnızca tanımlayıcı ve açıklayıcı bir kuram olarak bile tamamıyla yeterli olmadığı düşünülebilir- bir çok radikal liberal-demokratik kuramcının hatırı sayılır saldırılarına maruz kalmıştır1 ve W.J.M. Mackenzie (1975) yakın zamanda, bu kuramın siyasi şiddeti gözönünde tutmaktaki başarısızlığını göstermiştir. Ancak burada, bu ampirik kuramın bir değerlendirmesi beni ancak, bu kuramın yükselişi büyük devlet kuramlarının düşüşünün nedenlerine ışık tutabildiği ölçüde ilgilendirir.

 

Benim sorunum siyasi süreç kuramlarından daha fazla bir şeye ihtiyacımız olup olmadığıdır. Büyük kuramların alâmeti farikası hepsinin devleti, sözde  insanın esas amaçları ve yeteneklerine, insanın sözde esas doğasına bağlamalarıdır. Elbette ki böyle yapmakla hem tanımlayıcı hem de yerleşik ya da kanıtlayıcı idiler. Hem fiilî devletin ne olduğunu açıklamaya hem de haklı ya da gerekli olduğunu ya da başka bir şeyin onun yerini alabileceğini ve alması gerektiğini göstermeye çalıştılar. Ama burada vurgulanması gereken şey, devleti normatif olarak, sözde esas insanî amaçlarla ilişkilendirdikleridir.

 

Böyle bir devlet kuramına ihtiyacımız var mı? Elbette ki bu soruyu sormak yeterli bir devlet kuramına sahip olmadığımızı varsaymaktır. Bu sorunun cevabı açıkça “biz”im kim olduğumuza bağlıdır. Ben “biz” demekle 20. yüzyılın sonunda liberal-demokratik toplumlarda yaşayanları, özellikle de siyaset araştırmasını meslek edinmiş olanları kastediyorum. Bu durumda yeni bir devlet kuramına ihtiyacımız var mı? Bazılarımızın ihtiyacı olduğunu bazılarımızın da olmadığını öne süreceğim.

 

Bütün bu grubu belirgin bir biçimde farklı üç bölüme ayırabiliriz.2  Ben birinci kategoriye (I) genellikle varolan liberal-demokratik toplum ve devlet kuramlarını, (örneğin daha iyi bilgi sahibi yurttaşın katılımı ya da refah devletinin daha az ya da daha çok etkinlik göstermesi yoluyla) daha iyiye gidebileceklerini kabul eden, onaylayan ve bu konuda yalnızca küçük çekinceleri ya da ümitleri olanları koyuyorum. Bu kategori çağdaş ampirik kuramcıların büyük bir kısmını ve farklı bir düzeyde, felsefi liberaller olarak adlandırılabilecek ba

Sözcük anlamıyla uygarlık (medeniyet), “bir ulusun, bir toplumun düşün ve sanat yaşamıyla eriştiği düzey, maddi ve manevi varlıkların tümü.” olarak ifade edilmektedir.
Bilindiği gibi uygarlık anlamında Batı Avrupa dillerinde kullanılan sözcük civilisatıon, doğu İslam dünyasında ise medeniyettir.
Yunan Mitolojisinde Prometheus, tanrılara karşı bir silah olarak kullansınlar diye ateşi insanlara armağan etmişti. İnsanlar da bu tanrısal gücü, Prometheus’un öcünü almada, yani insanı köle durumuna düşüren bağlardan kurtarmada, aklın ışığıyla doğayı yenmede, yeniyi, sonsuz yeniyi aramada kullandılar, kullanıyorlar da. Bu bağlamda, her yaratıcı insan bir ateş yakıcıdır. Konfüçyüs, İsa, Solon, Muhammet, Copernicus, Newton, Ganhi, Darwin, Einstein, Freud, Marx birer ateş yakıcıdır örneğin.
Her ateş yakıcı, kendinden sonraki yaratıcı atılımları için bir başlangıç noktası ve atlama tahtası olmuştur. İsa Platondan, Rönesans düşünürleri ise Eski Yunan’dan, Roma’dan ve İslamiyet’ten “ateş” almışlardır. Uygarlık, dünya yuvarlağının şurasında, burasında, zaman zaman yakılan ateşlerin, her türlü sınırlar ötesinde, birbirine eklenen alevleriyle beslenip gelişmiş ve gelişmektedir. Ancak, hiçbir ateş başlı başına yüzyılların sınavına dayanamamış, er geç sönüp geçmiştir. Göçüp giden nice uygarlıklar ve dinler bunun tanığı olmuşlardır. Her sönen ateşin ilerisinde ve ufkunda başka ateşler yanıp insanlığa yeni gelişme olanakları, yeni mutluluk yolları getirmeseydi, dünyamız birbirine sadece içgüdülerini, biyolojik özelliklerini geçiren hayvanlardan farksız güdük bir insan soyunun korkunç kalabalığıyla taşardı çoktan.
Uygarlık denilince, birbirinden iki farklı kavram anlaşılır: Bir anlamıyla uygarlık, barbarlığın karşıtı olan durumu anlatmakta olup, bu anlamda “uygar toplum” denilince, “gelişme yolunda hayli ilerlemiş, ideal ölçülere hayli yaklaşmış bir topluluk” anlaşılmaktadır.
Bir başka anlamıyla ise uygarlık, “bir toplumu başka toplumlardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşam biçimlerinin, kullanılan alet ve teknolojinin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünüdür.”
Uygarlık; antropolojik olarak ele alındığında, “Bir toplumun ya da toplumların birikimli kültürü” olarak ifade edilebilir. Buradan da görüleceği üzere uygarlık; yaşamı, adeta hiçbir unsurunu dışarıda bırakmamacasına tamamen örten bir kavram, bir yaşam özelliğidir.
Her toplum kendi doğal uygarlığını yaşadığına göre; uygarlıkları birbirleri ile mukayese etmek ve hangisinin daha üstün olduğuna karar vermek, bir botanik araştırmacısının incelediği bitki türlerini güzel, çirkin diye ayırması kadar anlamsızdır.
Uygarlık, bir toplumun kendi mayasını, benlik ve kimliğini kaybetmeden, diğer ulusların da mayalarını öğrenmek, anlamak ve kullanmak uğraşıdır. Bir toplum, dünyada tek başına yaşayamaz. Diğer toplumlarla alış-veriş yapmak zorundadır. Bu alış-veriş, yalnız ticari ve sınai alanda da kalamaz. Toplumlar dünyada bağımsız yaşayabilmek için, ticaret yarışına olduğu kadar, uygarlık yarışına da katılmak zorundadırlar. Dünya topluluğu içinde, bir toplumun mayasını kaybetmeden ve özerk olarak yaşayabilmesi de, diğer toplumların "maya"larını öğrenmeyi ve bilmeyi gerektirir.
Uygarlık, dünya toplumlarının genel malıdır. Uygarlık, mayaları değişik insan toplumlarının uzun süre içinde edindikleri evrensel bilgilerinin düzenli yoldan ilerletilmesi, inceltilmesi, ve paylaşılmasıdır. İnsan beyni, gövdenin adaleleri gibi olup, belirli bir eğitimden geçmezler ise, gelişemezler. Japon örneği, benliğini kaybetmeden bir toplumun çağdaş uygarlığa yalnız ayak uydurması değil, önderlerinden biri olabilmesinin örneğini vermiş ve yolunu göstermiştir. İngilizler, çiçek hastalığına karşı aşıyı Türk’lerden 18'nci Yüzyılda öğrenerek, geliştirmiş ve bütün dünya uygarlığının malı haline getirmişlerdir. Bunun gibi, domates, hindi patates, mısır gibi yiyecek maddeleri (ve tütün), Kuzey Amerika kıtasından 1491 yılı sonrası bütün dünyaya yayılmıştır. Diğer toplumların mayalarını öğrenmek yolu ile, bir toplum uluslararası ortamda sağlıklı yaşama ve yücelme yarışına katılabilir. ABD toplumu, yoğurt mayasını ve yoğurdu günümüzden ortalama yirmi yıl önce (ticari tanıtma yolu ile) öğrenip, severek gündelik gıda maddeleri arasına katmıştır. Bu yoldan da, ABD toplumu sağlıklı ve besleyici bir yiyecek maddesine kavuşmuştur. Ancak, bu durum, ABD toplumunu Türk'e çevirmemiştir. Japonya, elektronik bilimini ikinci dünya savaşı sonrası Batı Avrupa ve ABD'den öğrenerek, bu sanayi dalında dünya önderi olmuştur. Ama, kendi mayasını, benliğini kaybetmemiş, dünya uygarlığına adım uydurmakla, Japon toplumu Amerikalı ya da Avrupalı olmamıştır.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/300056-uygarlik-yolunda-ilerlemenin-kosullari-nedir-nelere-ihtiyac-duyulur.html#ixzz2GYtd6wLq