Cevap :
Laik Devlete Geçiş
Saltanatın kaldırılması : 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılarak, laiklik yolunda ilk önemli adım atıldı. Osmanlı ailesinden egemenlik yani yönetme hakkının alınması demek, halifelik kurumunun gücünün yok olması demekti.
Halifeliğin kaldırılması : 3 Mart 1924'te halifelik kaldırılarak, laik devlete geçiş yolunda büyük bir adım atıldı.
Şer'iyye ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılması : 3 Mart 1924'te kabul edilen bir kanunla, devlet işlerinin dine uygun olup olmadığını denetleyen, Şer'iyye ve Evkaf Vekillikleri kaldırılarak, dini kuralların yönetime karıştırılması engellendi.
Tekke, Zaviye ve Türbelerle Tarikatların kapatılması : Kasım 1925'te kabul edilen 677 sayılı kanun ile Tekke ve Zaviyeler ile Türbeler ve Tarikatlar kapatılarak bunlarla ilgili sıfatların kullanılması yasaklandı.
Anayasa'nın Laikleşmesi : 1924 Anayasası ile halifeliğin kaldırılmasından kaynaklanan rahatsızlıkları gidermek için "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dini İslamdır." maddesi eklendi. 1928 Anayasası'nda "Devletin dini İslamdır" hükmü çıkartıldı. 1937 Anayasası'na "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin laik olduğu" ilkesi konuldu.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabulü : 3 Mart 1924'te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile, ülkedeki bütün medrese ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanarak denetim altına alındı.
Tarihin tüm çağlarında devlet yönetimi hususunda tartışılan en önemli hususlardan birisi, devletin yaratıcının yeryüzündeki elçisi tarafından idare edildiği (teokratik rejim örneği) inancıdır. Yönetenler, yönettiklerinin itaat etmesini sağlamak için Mısır’da firavun, Hititlerde rahip-kral, Türklerde kut sahibi olduklarını söylemişlerdir. Bu dönemlerde, tanrı adına kullanılan yönetme yetkisi hiçbir şekilde sorgulanmamaktadır. Yüzyıllarca bu anlayışla idare edilen devletler Avrupa’da başlayan ve “dini devlet işlerinden ayırma” olarak tanımlanan laiklik akımıyla ortadan kalkmaya başlamıştır.
Asıl olarak laiklik; devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir. Fransızcadan Türkçeye geçmiş olan “laik” sözcüğü, “din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk” anlamına gelen Latince “laicus” sözcüğünden türetilmiştir. Roma döneminde din adamlarına “Clerici”, din adamı olmayanlara da “Laici” adı verilmektedir. Bilindiği üzere, laiklik konusunda önemli olan noktalardan biriside laikliğin tek bir tanımının olmamasıdır. “Din devlet işlerinden ayrıdır ve devlet tüm dinlerden uzaktadır” tanımı sığ bir tarif olmaktan öteye geçememektedir.
İki Almanya’nın(doğu-batı) birleşmesinden önceki adı Federal Almanya olan devletin Anayasası bu kavramı “Devlet kilisesi yoktur” diye açıklamaktadır. İtalyan Anayasası “Devlet ve Katolik kilisesi kendi aralarında bağımsız ve egemendir.” Diyerek laiklik mevzuunu ele almaktadır. Fransız Anayasasının 2. maddesi ise şöyledir: “Fransa bölünmez, laik, demokratik, sosyal bir cumhuriyettir. Cumhuriyet, köken ırk ya da din farkı gözetmeksizin tüm yurttaşların kanun önünde eşitliğini sağlar, tüm inançlara saygı gösterir.”
Türkiye ve Laiklik
Peki, Türk milletinin laiklik konusundaki deneyimi ne kadar eskiye dayanmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti, Fransa’dan alıp kanunlaştırdığı laiklik ilkesi için hangi aşamalardan geçmiştir?
Türklerin laiklik deneyiminin Selçuklulara dayandığına dair görüşler de mevcuttur. Ancak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın neşrettiği İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Selçuklular” ve “Kanunname” gibi maddelerde yer alan “Selçukluların laikliği” görüşü isabetli değildir, tarihi vakıaya uymamaktadır. Nihayetinde, bu saltanatlarda sultan fermanlarının ve bilahare kanunnamelerin, fıkıh ve şeriat yanında yürürlükte olması, sultanların bazı tasarruflarında şeriatın dışına çıkmaları genel “dinilik, İslâmîlik rengini ve vasfını” değiştirmemektedir. Bütün bu İslâm devletlerinde şer’i mahkemeler ve fetva makamı varlığını sürdürmüştür.
Kuran ve şeriat başlar üstündedir; bahsi geçen sistemde laiklik kavramının varlığı şüphesiz mümkün değildir.
Görüldüğü üzere, laiklik ilkesinin Türk milleti için manasını yüzyıllar öncesine dayandırmak güçtür. Batı ile Osmanlı arasında başlayan etkileşim süreci dâhilinde Osmanlı devleti 1876 ve 1908’de anayasal sisteme geçişte büyük adımlar atmıştır. Batı kaynaklı yenilikler ve yeni kanunların ülkeye girmesi cumhuriyet rejiminde üst seviyelere ulaşmıştır. 1920 yılında fiili olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti bir meclis aracılığı ile yönetilmiştir ve bu Kurucu Meclisin 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırması, halife unvanı da olan padişahı tahtından indirmesi laik bir sisteme geçileceğinin ilk değil ancak kuvvetli sinyallerinden olmuştur. 1922 yılında kaldırılan saltanatın halkta yarattığı tepkileri önlemek amacıyla halifelik makamına dokunulmamıştır. Ancak halifelik padişahtan alınıp meclisin belirlediği bir şahsa verilmiştir.
Nitekim göstermelik olarak yapılan bu hamle, cumhuriyetin resmen kuruluşundan (29 Ekim 1923) yaklaşık 1 sene sonra son bulmuştur ve 3 Mart 1924’te hilafet kaldırılmıştır.