Melihtiren
Cevaplandı

nazım hikmetin seni düşünürüm şiirindeki ahengi ,şiir dili,şiirde yapısı ,konusu,teması,şiir ve gelenek ,şiirde yorumunu bulabilirmisiz şimdiden teşekkür ederim :)

Cevap :

Gİ­RİŞ
Her ya­za­rın, oza­nın, res­sa­mın, yon­tu­cu­nun (hey­kel­ci), si­ne­ma ya­pım­cı­sı­nın ya­şa­mı, ya­şam­dan edin­di­ği dü­şün­ce­le­ri, dün­ya gö­rü­şü, –kı­sa­ca– sı­nıf sa­va­şı­mın­da tut­tu­ğu yer ile ya­pıt­la­rı ara­sın­da bir ko­şut­luk (pa­ra­lel­lik) var­dır. O ge­rek ken­di ya­şa­mın­dan, ge­rek­se –ge­nel ola­rak– ya­şa­mın bü­tü­nün­den al­gı­la­dık­la­rı­nı, kav­ra­dık­la­rı­nı, bu al­gı­la­ma ve kav­ra­yış so­nun­da ulaş­tı­ğı dün­ya gö­rü­şü ve sı­nıf sa­va­şı­mın­da tut­tu­ğu yer doğ­rul­tu­sun­da, fa­kat bir sa­nat po­ta­sı için­de sü­rek­li yo­ğu­rur. Po­ta­da onun göz­lem­le­ri, bil­gi­le­ri, kül­tü­rü vb. de var­dır. Ama yi­ne de po­ta­da­ki en can­lı, en be­lir­le­yi­ci öğe onun dün­ya gö­rü­şü­dür, sı­nıf sa­va­şı­mın­da tut­tu­ğu yan­dır.
Bu yo­ğur­ma sı­ra­sın­da sa­nat­çı san­ki bir es­ri­me için­de­dir. İçi dı­şı sev­gi do­lu­dur, umut do­lu­dur; öf­ke, kin yük­lü­dür. So­nun­da or­ta­ya kan ter için­de bir ede­bi­yat ürü­nü, bir re­sim, bir yon­tu, bir mü­zik par­ça­sı, bir si­ne­ma ya­pı­tı çı­kar.
Ne­den böy­le­dir bu? Ne­den bir sa­nat ya­pı­tın­da onun ya­ra­tı­cı­sı­nı, o ya­ra­tı­cı­nın ka­fa­sı­nın için­de­ki­le­ri de gö­rü­rüz? Sa­nat­çı ken­di­ni çev­re­sin­den ya­lı­tan bir va­zo­da, bir se­ra­da, bir şa­to­da de­ğil­dir de on­dan. İçin­de ken­di­nin de yer al­dı­ğı gü­rül gü­rül akıp du­ran ko­ca­man bir ya­şam var­dır or­ta yer­de. Hak­sız­lık­la­rı, sö­mü­rü­sü sür­gü­nü, iyi­lik­le­ri yi­ğit­lik­le­ri ile akıp gi­den bir ya­şam… Sa­nat­çı iş­te o ya­şa­mın için­de­dir. İşi de bi­ze onu an­lat­mak­tır. An­cak onu an­lat­mak, ser­gi­le­mek sa­nat­çı­nın ilk işi­dir. Us­ta sa­nat­çı­lar bu­nun­la kal­maz­lar, bi­ze ya­şa­mın di­ya­lek­ti­ği­ni de kav­ra­tır­lar. Gü­zel bir ya­şa­mın düş­le­ri­ni, dü­şün­ce­le­ri­ni aşı­lar­lar. Da­ha iyi bir ya­şa­mın yol­la­rı­nı gös­te­rir­ler. Öy­le­si bir ya­şa­ma ulaş­mak için is­tek uyan­dı­rır­lar içi­miz­de. Bu is­te­ği ey­le­me dö­nüş­tür­me­de di­renç ve­rir­ler, güç ka­tar­lar bi­ze. Yer­yü­zü­nün en bü­yük hak­sız­lı­ğı, en bü­yük al­çak­lı­ğı olan sö­mü­rü­ye kar­şı bi­zi da­ha sa­vaş­kan ya­par­lar.
Bir ya­zar ya da bir ozan ya­şam­la sım­sı­kı bir bağ için­de­dir. Duy­gu­la­rı­nı, et­ki­le­şi­mi­ni, dü­şün­ce­le­ri­ni, dav­ra­nış bi­çim­le­ri­ni, her şe­yi­ni on­dan alır. Bu da onun ya­şa­mı ile ya­pıt­la­rı­nın bü­tün­leş­me­si de­mek­tir. Na­zım Us­ta’nın de­yi­miy­le “Şa­ir, şi­ir ya­zar­ken baş­ka şah­si­yet, ko­nu­şur­ken ve­ya kav­ga eder­ken baş­ka şah­si­yet de­ğil­dir. Şa­ir bu­lut­lar­da uç­tu­ğu­nu veh­me­den (sa­nan / Faz­lı Ka­ra­ğı­lı - FK) de­je­ne­re (soy­suz, yoz / FK) de­ğil, ha­ya­tın için­de, ha­ya­tı teş­ki­lat­lan­dı­ran bir va­tan­daş­tır.” (“Ya­şa­mı ve Ya­pıt­la­rıy­la Na­zım Hik­met”, Ek­ber Ba­ba­yef, Cem Ya­yı­ne­vi 1976, s. 141)
Ama bir ozan, bir öy­kü, bir ro­man ya­za­rı ya­şa­mı ya da çö­züm­le­di­ği bir ya­şam par­ça­sı­nı ol­du­ğu gi­bi ak­tar­maz bi­ze. Öy­le ol­say­dı, söz­ge­li­mi, mah­ke­me tu­ta­nak­la­rı­nın en iyi ro­man ya da en iyi öy­kü ol­ma­sı ge­rek­mez miy­di? Öy­le ya, ne­ler yok­tur ki o tu­ta­nak­lar­da… Aşk, hır­sız­lık, ca­na kıy­ma, ya­lan do­lan… Hem de ta­nık­lı ta­pık­lı. Ama kim­se o tu­ta­nak­la­rı alıp ro­man, öy­kü di­ye oku­maz. Çün­kü bir ro­man­cı ya da öy­kü­cü yan­sıt­ma­sı­na yan­sı­tır ya­şa­mı, ama on­dan ayık­la­ma­lar da ya­par, ken­din­den kat­kı­lar da ka­tar. En önem­li­si de, çö­züm­le­di­ği ola­ya bir doğ­rul­tu ve­rir. Oku­ru dü­şün­dü­ren, et­ki­le­yen, de­ğiş­ti­ren, ge­liş­ti­ren de iş­te bu doğ­rul­tu­dur.
Söy­le­dik­le­ri­miz öte­ki sa­nat­lar için de, ör­ne­ğin re­sim için de ge­çer­li­dir. Res­sam bir do­ğa par­ça­sı­nı, bir can­lı­yı, bir nes­ne­yi ol­du­ğu gi­bi kon­dur­maz tu­a­li­ne. Bu­nu ya­pan fo­toğ­raf­tır. Oy­sa res­sam fo­toğ­raf­çı­nın yap­tı­ğı işi yap­maz. O da tıp­kı bir ozan, bir ro­man­cı, bir öy­kü­cü gi­bi ayık­la­ma­cı­dır. Kop­ya­cı de­ğil­dir.
Ha­ni bir öy­kü var­dır:
Ada­mın bi­ri, tar­la­da­ki bir ağa­cın kar­şı­sı­na geç­miş, ağa­cın res­mi­ni yap­ma­ya baş­la­mış. Kuş­lar­la yük­lüy­müş ağaç. Adam çiz­miş et­miş, bo­ya­mış; so­nun­da bi­tir­miş res­mi­ni. Öy­le­si­ne ben­zet­miş ki res­mi­ni tar­la­da­ki ağa­ca, so­nun­da kuş­lar tar­la­da­ki ağaç­tan kalk­mış­lar, ada­mın res­min­de­ki ağa­ca kon­ma­ya baş­la­mış­lar.

 

 

 

 

Aassdd

Gİ­RİŞ
Her ya­za­rın, oza­nın, res­sa­mın, yon­tu­cu­nun (hey­kel­ci), si­ne­ma ya­pım­cı­sı­nın ya­şa­mı, ya­şam­dan edin­di­ği dü­şün­ce­le­ri, dün­ya gö­rü­şü, –kı­sa­ca– sı­nıf sa­va­şı­mın­da tut­tu­ğu yer ile ya­pıt­la­rı ara­sın­da bir ko­şut­luk (pa­ra­lel­lik) var­dır. O ge­rek ken­di ya­şa­mın­dan, ge­rek­se –ge­nel ola­rak– ya­şa­mın bü­tü­nün­den al­gı­la­dık­la­rı­nı, kav­ra­dık­la­rı­nı, bu al­gı­la­ma ve kav­ra­yış so­nun­da ulaş­tı­ğı dün­ya gö­rü­şü ve sı­nıf sa­va­şı­mın­da tut­tu­ğu yer doğ­rul­tu­sun­da, fa­kat bir sa­nat po­ta­sı için­de sü­rek­li yo­ğu­rur. Po­ta­da onun göz­lem­le­ri, bil­gi­le­ri, kül­tü­rü vb. de var­dır. Ama yi­ne de po­ta­da­ki en can­lı, en be­lir­le­yi­ci öğe onun dün­ya gö­rü­şü­dür, sı­nıf sa­va­şı­mın­da tut­tu­ğu yan­dır.
Bu yo­ğur­ma sı­ra­sın­da sa­nat­çı san­ki bir es­ri­me için­de­dir. İçi dı­şı sev­gi do­lu­dur, umut do­lu­dur; öf­ke, kin yük­lü­dür. So­nun­da or­ta­ya kan ter için­de bir ede­bi­yat ürü­nü, bir re­sim, bir yon­tu, bir mü­zik par­ça­sı, bir si­ne­ma ya­pı­tı çı­kar.
Ne­den böy­le­dir bu? Ne­den bir sa­nat ya­pı­tın­da onun ya­ra­tı­cı­sı­nı, o ya­ra­tı­cı­nın ka­fa­sı­nın için­de­ki­le­ri de gö­rü­rüz? Sa­nat­çı ken­di­ni çev­re­sin­den ya­lı­tan bir va­zo­da, bir se­ra­da, bir şa­to­da de­ğil­dir de on­dan. İçin­de ken­di­nin de yer al­dı­ğı gü­rül gü­rül akıp du­ran ko­ca­man bir ya­şam var­dır or­ta yer­de. Hak­sız­lık­la­rı, sö­mü­rü­sü sür­gü­nü, iyi­lik­le­ri yi­ğit­lik­le­ri ile akıp gi­den bir ya­şam… Sa­nat­çı iş­te o ya­şa­mın için­de­dir. İşi de bi­ze onu an­lat­mak­tır. An­cak onu an­lat­mak, ser­gi­le­mek sa­nat­çı­nın ilk işi­dir. Us­ta sa­nat­çı­lar bu­nun­la kal­maz­lar, bi­ze ya­şa­mın di­ya­lek­ti­ği­ni de kav­ra­tır­lar. Gü­zel bir ya­şa­mın düş­le­ri­ni, dü­şün­ce­le­ri­ni aşı­lar­lar. Da­ha iyi bir ya­şa­mın yol­la­rı­nı gös­te­rir­ler. Öy­le­si bir ya­şa­ma ulaş­mak için is­tek uyan­dı­rır­lar içi­miz­de. Bu is­te­ği ey­le­me dö­nüş­tür­me­de di­renç ve­rir­ler, güç ka­tar­lar bi­ze. Yer­yü­zü­nün en bü­yük hak­sız­lı­ğı, en bü­yük al­çak­lı­ğı olan sö­mü­rü­ye kar­şı bi­zi da­ha sa­vaş­kan ya­par­lar.
Bir ya­zar ya da bir ozan ya­şam­la sım­sı­kı bir bağ için­de­dir. Duy­gu­la­rı­nı, et­ki­le­şi­mi­ni, dü­şün­ce­le­ri­ni, dav­ra­nış bi­çim­le­ri­ni, her şe­yi­ni on­dan alır. Bu da onun ya­şa­mı ile ya­pıt­la­rı­nın bü­tün­leş­me­si de­mek­tir. Na­zım Us­ta’nın de­yi­miy­le “Şa­ir, şi­ir ya­zar­ken baş­ka şah­si­yet, ko­nu­şur­ken ve­ya kav­ga eder­ken baş­ka şah­si­yet de­ğil­dir. Şa­ir bu­lut­lar­da uç­tu­ğu­nu veh­me­den (sa­nan / Faz­lı Ka­ra­ğı­lı - FK) de­je­ne­re (soy­suz, yoz / FK) de­ğil, ha­ya­tın için­de, ha­ya­tı teş­ki­lat­lan­dı­ran bir va­tan­daş­tır.” (“Ya­şa­mı ve Ya­pıt­la­rıy­la Na­zım Hik­met”, Ek­ber Ba­ba­yef, Cem Ya­yı­ne­vi 1976, s. 141)
Ama bir ozan, bir öy­kü, bir ro­man ya­za­rı ya­şa­mı ya da çö­züm­le­di­ği bir ya­şam par­ça­sı­nı ol­du­ğu gi­bi ak­tar­maz bi­ze. Öy­le ol­say­dı, söz­ge­li­mi, mah­ke­me tu­ta­nak­la­rı­nın en iyi ro­man ya da en iyi öy­kü ol­ma­sı ge­rek­mez miy­di? Öy­le ya, ne­ler yok­tur ki o tu­ta­nak­lar­da… Aşk, hır­sız­lık, ca­na kıy­ma, ya­lan do­lan… Hem de ta­nık­lı ta­pık­lı. Ama kim­se o tu­ta­nak­la­rı alıp ro­man, öy­kü di­ye oku­maz. Çün­kü bir ro­man­cı ya da öy­kü­cü yan­sıt­ma­sı­na yan­sı­tır ya­şa­mı, ama on­dan ayık­la­ma­lar da ya­par, ken­din­den kat­kı­lar da ka­tar. En önem­li­si de, çö­züm­le­di­ği ola­ya bir doğ­rul­tu ve­rir. Oku­ru dü­şün­dü­ren, et­ki­le­yen, de­ğiş­ti­ren, ge­liş­ti­ren de iş­te bu doğ­rul­tu­dur.
Söy­le­dik­le­ri­miz öte­ki sa­nat­lar için de, ör­ne­ğin re­sim için de ge­çer­li­dir. Res­sam bir do­ğa par­ça­sı­nı, bir can­lı­yı, bir nes­ne­yi ol­du­ğu gi­bi kon­dur­maz tu­a­li­ne. Bu­nu ya­pan fo­toğ­raf­tır. Oy­sa res­sam fo­toğ­raf­çı­nın yap­tı­ğı işi yap­maz. O da tıp­kı bir ozan, bir ro­man­cı, bir öy­kü­cü gi­bi ayık­la­ma­cı­dır. Kop­ya­cı de­ğil­dir.
Ha­ni bir öy­kü var­dır:
Ada­mın bi­ri, tar­la­da­ki bir ağa­cın kar­şı­sı­na geç­miş, ağa­cın res­mi­ni yap­ma­ya baş­la­mış. Kuş­lar­la yük­lüy­müş ağaç. Adam çiz­miş et­miş, bo­ya­mış; so­nun­da bi­tir­miş res­mi­ni. Öy­le­si­ne ben­zet­miş ki res­mi­ni tar­la­da­ki ağa­ca, so­nun­da kuş­lar tar­la­da­ki ağaç­tan kalk­mış­lar, ada­mın res­min­de­ki ağa­ca kon­ma­ya baş­la­mış­lar.