arkadaşlar acil yardım ingilizce çevirisini istiyorum..
KELOĞLAN Türk folklorunun en sevimli masal kahra-manıdır. Eski Türkler’in «adsız» dedikleri ortanca oğlan halk arasında böyle anılır. Keloğlan gayet iyi yürekli, temiz, alaycı, kelliğinden utanç duymayan, herkesin hoşlandığı bir kimse olarak tasvir edilegelmiştir; Masallarda en âciz duruma düştüğü zaman, tam masallara lâyık bir kerametle işin içinden sıyrılır, her türlü güçlüğü yener. Ona inananlar da masalın sonunda mutlaka muratlarına erer, mesut olurlar. Ama bu güzel sonuç, gerek Keloğlan’a, gerek yakınlarına her zaman biraz tuzluya oturur. Keloğlan, iyi niyetle gayretin bütün güçlükleri yeneceğini sembolleştirmektedir.
BİR KELOĞLAN MASALI
BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok fakir bir karı – koca varmış. Öyle fakir, öyle fakirmişler ki, bir kel oğlancıklarına bile gereği gibi bakamazlarmış. Keloğlan da inadıha aldırış etmeyen bir insanmış. Günün birinde, nasılsa ellerine geçirdikleri yarım kilo darıyı bahçelerine ekmişler. Tam yiyecek ekmekleri bile kalmadığı bir zamanda darılar bilmiş, olgunlaşmış. Anası bunları devşirip oğluna:
— «Haydi Keloğlan,» demiş, «al darılan değirmene götür, öğüt de getir, ekmek yapayım, akşama yiyelim…»
Keloğlan darı çuvalını yüklenmiş. Tam değirmene geldiği sırada bakmış keklikler yiyecek arayıp duruyorlar. Yufka yürekli oğlancağız hemen kendi açlıklarını unutmuş: «Tanrı bunları da doysun diye yarattı» deyip darılan kekliklere saçmış. Akşama eve döndüğünde anasına: — «Değirmenci yoktu, darılan bıraktım geldim, ana» demiş.
Ertesi sabah gene değirmene yollanmış. Darılan saçtığı yere gelince elindeki değneği hızla yere çalmış. Bir de bakmış karşısına dev gibi bir Arap dikilmiş Keloğlan hiç bozmadan:
— «Tez danlarımı ver, yedirdin kekliklere, ben ne diyeceğim anama?» diye çıkışmış. Keloğlan’ın bu aldırmazlığı Arap’in ’ hoşuna gitmiş. «Al bu sofrayı, acıkınca açıl sofram açıl der, karnını doyurursun» demiş ve oğlana bir tepsi vermiş. Oğlan yolda acaba alay mı etti diye bu sözü tekrarlayınca, sofranın üstünde en seçme yemekler belirmemiş mi? Keloğlan tıka basa karnım doyurmuş. Eve gelince anasına:
— «Tez var git, bana padişahın kızını iste!» demiş.
Anası: «Padişah senin gibi kele kız mı verir?» diye ona çıkışmış.
Keloğlan dinlememiş. Üstelik Keloğlan’ın sofrası da çalınmış. Bunun üzerine Keloğlan gene değirmen yoluna düşmüş… Artık alıştı ya; vurmuş değneğini yere Arap hemen yerden bitmiş.
— «Derdin ne Keloğlan?»
— «O sofra bize yetmiyor, başkasını ver!»
Arap bu sefer ona bir eşek vermiş. Keloğlan eşeğin başını tutup çevirince, hayvandan altın dökülmeye başlamış. Hemen gelip, anasına göstermiş: Evin yerine öyle bir saray kurdurmuş ki, zamanın padişahı şaşakalmış. Keloğlan’a kızını nişanlamış. Düğünden sonra Keloğlan eşeğine binmiş, hamama gitmiş. Hamamcıya: «Sakın eşeğin başım çevirme» diye de sıkıca tembih etmiş. Hamamcı bunda bir iş var ki Keloğlan bana bunu tembihledi diye eşeğin başını çevirmiş. Altınları görünce aklı başından gitmiş. Eşeği çalmış, değiştirmiş. Keloğlan:
— «Bu benim eşek değil!»
demişse de dinletememiş. Ne yapsın? Bükmüş boynunu, dönmüş eve. Ertesi günü doğru değirmen yoluna, Arap’a… Bu sefer Arap ona bir topuz vermiş. Her nekadar Keloğlan:
— «Ben topuzu ne yapayım?» dediyse de dinletememiş. Arap ona:
— «Bir ziyafet ver… Hamamcıyı da, bütün tanıdıklarım da çağır…»
demiş. Öyle yapmış Keloğlan. Eve girerken topuz elinden kurtulmuş, gitmiş kapının üstüne yapışmış. Ziyafetten sonra misafirler giderken topuz birini kıstırmış:
— «Çabuk sofrayı geri getir!» diye başlamış kafasına kafasına vurmaya. Adam mecbur olmuş, getirmiş sofrayı. Topuz, hamamcıyı da kıstırmış.
— «Çabuk çaldığın eşeği geri getir!» diye başlamış kafasına kafasına vurmaya. Getirmedikçe de yakasını bırakmamış.
Keloğlan, karısıyla, anasıyla bu sofra ve eşek sayesinde yüz yıl yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
— «Haydi Keloğlan,» demiş, «al darılan değirmene götür, öğüt de getir, ekmek yapayım, akşama yiyelim…»
Keloğlan darı çuvalını yüklenmiş. Tam değirmene geldiği sırada bakmış keklikler yiyecek arayıp duruyorlar. Yufka yürekli oğlancağız hemen kendi açlıklarını unutmuş: «Tanrı bunları da doysun diye yarattı» deyip darılan kekliklere saçmış. Akşama eve döndüğünde anasına: — «Değirmenci yoktu, darılan bıraktım geldim, ana» demiş.
Ertesi sabah gene değirmene yollanmış. Darılan saçtığı yere gelince elindeki değneği hızla yere çalmış. Bir de bakmış karşısına dev gibi bir Arap dikilmiş Keloğlan hiç bozmadan:
— «Tez danlarımı ver, yedirdin kekliklere, ben ne diyeceğim anama?» diye çıkışmış. Keloğlan’ın bu aldırmazlığı Arap’in ’ hoşuna gitmiş. «Al bu sofrayı, acıkınca açıl sofram açıl der, karnını doyurursun» demiş ve oğlana bir tepsi vermiş. Oğlan yolda acaba alay mı etti diye bu sözü tekrarlayınca, sofranın üstünde en seçme yemekler belirmemiş mi? Keloğlan tıka basa karnım doyurmuş. Eve gelince anasına:
— «Tez var git, bana padişahın kızını iste!» demiş.
Anası: «Padişah senin gibi kele kız mı verir?» diye ona çıkışmış.
Keloğlan dinlememiş. Üstelik Keloğlan’ın sofrası da çalınmış. Bunun üzerine Keloğlan gene değirmen yoluna düşmüş… Artık alıştı ya; vurmuş değneğini yere Arap hemen yerden bitmiş.
— «Derdin ne Keloğlan?»
— «O sofra bize yetmiyor, başkasını ver!»
Arap bu sefer ona bir eşek vermiş. Keloğlan eşeğin başını tutup çevirince, hayvandan altın dökülmeye başlamış. Hemen gelip, anasına göstermiş: Evin yerine öyle bir saray kurdurmuş ki, zamanın padişahı şaşakalmış. Keloğlan’a kızını nişanlamış. Düğünden sonra Keloğlan eşeğine binmiş, hamama gitmiş. Hamamcıya: «Sakın eşeğin başım çevirme» diye de sıkıca tembih etmiş. Hamamcı bunda bir iş var ki Keloğlan bana bunu tembihledi diye eşeğin başını çevirmiş. Altınları görünce aklı başından gitmiş. Eşeği çalmış, değiştirmiş. Keloğlan:
— «Bu benim eşek değil!»
demişse de dinletememiş. Ne yapsın? Bükmüş boynunu, dönmüş eve. Ertesi günü doğru değirmen yoluna, Arap’a… Bu sefer Arap ona bir topuz vermiş. Her nekadar Keloğlan:
— «Ben topuzu ne yapayım?» dediyse de dinletememiş. Arap ona:
— «Bir ziyafet ver… Hamamcıyı da, bütün tanıdıklarım da çağır…»
demiş. Öyle yapmış Keloğlan. Eve girerken topuz elinden kurtulmuş, gitmiş kapının üstüne yapışmış. Ziyafetten sonra misafirler giderken topuz birini kıstırmış:
— «Çabuk sofrayı geri getir!» diye başlamış kafasına kafasına vurmaya. Adam mecbur olmuş, getirmiş sofrayı. Topuz, hamamcıyı da kıstırmış.
— «Çabuk çaldığın eşeği geri getir!» diye başlamış kafasına kafasına vurmaya. Getirmedikçe de yakasını bırakmamış.
Keloğlan, karısıyla, anasıyla bu sofra ve eşek sayesinde yüz yıl yaşamışlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.