Cevap :
en alttaki kısıma bakarsan daha yardımcı olur.
Uzun süre önce okuduğum ancak paylaşma fırsatı bulamadığım kitaplardan KATRE-İ MATEM... Kitap pek çok arkadaşım tarafından okundu, yorumlandı ve paylaşıldı... Ben İskender Pala ile geç tanışanlardanım. Katre - i Matem ekim ayında yerini aldı kitaplığımda Şah ve Sultan'dan sonra....(Kitabın kışın okunduğu ve fotoğraflandığı kitaba eşlik eden sahlepden de anlaşılıyor zaten...)
Gelelim Kitabımıza;
Roman, müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesiyle başlıyor. Bu elyazması kitap 66 sualden oluşuyor. 66'nın ebced hesabında laleye karşılık geldiğini söylemeyi de unutmayalım...
Bir devre adını veren ‘lale’nin izinde yol alıyoruz roman boyunca. Roman, sevdiğini aşklarının ilk gecesinde elinde ikiz bir lale soğanının biriyle kaybeden Şahin’in, bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar uzanan yolculuğunu anlatıyor.
Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul’a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgârları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde. Uyan sakî, lale devrindeyiz!..
Bir aşk cinayetiyle başlayan yolculuğumuzda karşımıza İshak Efendi, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, III. Ahmet ve gönüllerin şuh şairi Nedim. (Bu aralar Lale devri bir dönem dizisinde de konu ediniliyor..)
İstanbul bu romanda, karmaşası, heyecanı, isyanları, kalabalığı ile lalelere bürünüyor. Öyle ki lale sadece bir çiçek değil, bir yaşayış tarzı, estetik bir tavır, kültürel ve tarihsel bir birikim olarak İstanbul’u, hatta tüm Osmanlı’yı çevreliyor. İstanbul, doğal tüm güzelliklerinin, mimari şaheserlerinin tarihî debdebesi ile beraber lalezarlara, lale yarışlarına, lale şiirlerine bezeniyor; lalelerin şehri, renklerin şehri, yaprakların şehri haline dönüşüyor.
Cinayetlerin gölgesiyle giderek gizemli bir hal alan olaylar Lale Devrine nihayet veren Patrona Halil İsyanının yakıcı siyasal çalkantılarıyla birlikte çözülmeye başlıyor.
Akşamın ılık meltemleri filbahrilerin kokusunu fesleğenlere karıştırıyordu. Vuslatın derinliğinde kucaklaşmışlardı. Sevgilisinin zülüfleri ilk kez yüzüne değdiğinde içi ürperen delikanlı sordu: " Işığı görüyor musun?"
" Şu kaybolmayan ışığı mı?"
" Evet!.. Tıpkı kalbimdeki sen gibi..."
" O ışık gibi bende kalbinden hiç kaybolmayacak mıyım?!"
"?!.."
Sevgilisinin eli eline ilk kez değdiğinde titreyen genç kız sordu: " Laleyi sever misin?"
" Yanağının renginden mi?.."
" Hayır aşkımın renginden; mor lale!.."
Kız zarif parmakları arasındaki lale soğanını delikanlının avucuna koydu. İkiz bir soğandı bu. Tıpkı o anda birbirine sarılmış iki beden gibi. "?!.." Gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
O sırada deniz, dolunayın kendisini çektiğini bilememişti. Nasıl bilebilirdi ki?!
Şahin uyandığında hâlâ dudağında uyku öncesinin ihtişamlı tebessümü ve gözlerinde mahmur bir aşk baygınlığı vardı. Uyanıp uyanmamak arasında tereddütte gibiydi. Kolunda yatan Nakşıgül’ün saçlarını kokladı ve avucunda toparlayıp kulağına sevgi sözcükleri fısıldamaya başladı. Geceye birlikte başlamışlar, birlik olmuşlar, birlikte uykuya dalmışlardı. Evliliğin ilk gününe de birlikte başlamak istiyordu. “ Nakşıgül… Sultanım!...”
“ ?!...”
“ Canım, yaraşığım, Nakşıgülüm!”
“?!...” Nakşıgül derin uykulardaydı, uyanmıyordu. Elleriyle yüzünü okşadı. Saçlarından tutup alnını öptü. Hayır, uyanmıyordu.
Gözlerinden yaşlar döküldü...
Kitaptan Notlar Yazar kendisine uygun görülen "Divan Edebiyatını Sevdiren Adam" sıfatına layık olabilmek adına bol bol Divan edebiyatına ait eserlere yer vermiş.. Başlarda ilginç ve güzel gelen bu şiirler kitabın ilerleyişi ile sıkıcı hale gelebiliyor.. Bazılarını atladım maalesef. Yazar sonuca ulaşırken biraz dolambaçlı bir yol izlese de kurgusu sağlam bir roman ortaya çıkarmış.. Roman boyunca yer verilen derkenar başlığıyla ayrılan kısa öyküleri okumak ayrıca keyifliydi. Ancak bazen asıl konudan uzaklaşmış hissi yarattı bende. Yazar, Şah ve Sultan, Od ile kıyaslandığında daha ağdalı bir dil kullanmış.. Bu durum ilginç olan cinayeti ve cinayetin çözülme aşamalarını bazen sıkıcı hale getirmiş..Kitabı okurken çok sıkıldığım ve sonunu okuyup bırakmayı düşündüğüm zamanlar olmadı değil. Sonuç olarak yüreğinizde lale bahçelerinin ve İstanbul'un fonunu oluşturduğu hüzünlü bir aşk hikayesinin buruk bir tad bırakacağı , kurgusu sağlam bir roman. Okumak isteyenlere tavsiye edebilirim.
Roman, müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesiyle başlıyor. Bu elyazması kitap 66 sualden oluşuyor. 66'nın ebced hesabında laleye karşılık geldiğini söylemeyi de unutmayalım...
Bir devre adını veren ‘lale’nin izinde yol alıyoruz roman boyunca. Roman, sevdiğini aşklarının ilk gecesinde elinde ikiz bir lale soğanının biriyle kaybeden Şahin’in, bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar uzanan yolculuğunu anlatıyor.
Kapa gözlerini ve dinle sakî, bir İstanbul lalesinin çığlıklarını duyuyor musun?!.. İstanbul’a çıkmayan bir lale yolu, laleye çıkmayan bir İstanbul kadar kayıptır, yitiktir. Rüzgârları toplayan hüzünler aşklar yoksa İstanbul bahçelerinde ve bir kabir başında ışıklar yas tutar gibi laleler ağlar seher vakitlerinde. Uyan sakî, lale devrindeyiz!..
Bir aşk cinayetiyle başlayan yolculuğumuzda karşımıza İshak Efendi, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, III. Ahmet ve gönüllerin şuh şairi Nedim. (Bu aralar Lale devri bir dönem dizisinde de konu ediniliyor..)