Cevap :
Tarık Buğra “Küçük Ağa” Romanında Millî Mücadeleyi Farklı Bir Bakış Açısıyla Anlatır
Tarık Buğra’nın Türk edebiyatı tarihinde bir yer almasını sağlayan eseri “Küçük Ağa”dır. “Küçük Ağa” romanı onun romancılığında bir dönüm noktasıdır. “Küçük Ağa” nın o dönemde yazılmış milli mücadele romanlarından farklı özelliklere sahiptir. Diğer romancılardan farklı olarak Tarık Buğra milli mücadeleyi resmi bir görüş içinde değil milli mücadelenin siyasetçi, asker, toprak ağası yani bütün bir millet olarak kazanılmış zafer olduğuna işaret eder. Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa” da kullandığı dil, kahramanların bulunduğu yörenin özelliklerini yansıtır. Akşehir’in yerli halkı, yöresel ağızla konuşurken İstanbullu Hoca, Doktor Haydar gibi kahramanlar İstanbul Türkçesini kullanırlar. Tarık Buğra’nın bu özelliği, romanın gerçekçiliğini artırmaktadır.
Tarık Buğranın Hayatı
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir’de doğan yazar, ilk ve ortaokulu burada; liseyi ise İstanbul Lisesi’nin yatılı kısmında okurken yatılı kısmın kapatılmasıyla kaydını Konya Lisesi’ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında “Tarık Nazım” müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazdı. Tarık Buğra, önce İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okudu, sonra Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi’nde muallim muavini olarak işe başladı.
Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldü. (1948). Ancak, Tarık Buğra’ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi’nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir’e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi’ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da öldü.
Tarık Buğranın Eserleri
Hikâyeleri: Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey, Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro Eserleri: Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı ( 1979)
Gezi Yazıları: Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)
Fıkra ve Deneme: Gençlik Türküsü (1964), Düşman Kazanmak Sanatı (1979), Politika Dışı (1992).
Romanları: Siyah Kehribar (1955), Küçük Ağa (1964), Ankarada (1966), İbişin Rüyası (1970), Firavun İmanı (1976), Gençliğim Eyvah (1979), Dönemeçte (1980), Yalnızlar (1981), Yağmur Beklerken (1981), Osmancık (1983).
“Küçük Ağa” Romanının Konusu
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmiş ve buna bağlı olarak da ülkenin değişik bölge, şehir ve kasabalarında isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta, bir Anadolu kasabası Akşehir’den yola çıkılarak, kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır. Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başlar ve gelişir.
kska Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir. Savaş sonrası birçok asker memleketlerine geri dönmüştür. Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır. Bu erlerden biri de Salih (Çolak Salih) adlı Akşehirli bir askerdir. Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber, ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür.
Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur. Salih'in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum'dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir. Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko'dan kopamamaktadır.
Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih'i dışlar. Salih artık sürekli Niko ve O'nun çevresiyle dolaşır olmuştur. Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır. Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur. Kimsenin O'na hak ettiği saygıyı göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir. Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır.