Cevap :

Cevap:

Garson Öyküsü Konusu Özeti Metni Sait Faik 'in Hayatındaki Yeri

Garson adlı öykü Sait Faik Abasıyanık’ın ilk öykü kitabı olan ,Semaver adlı hikâye kitabındaki 19 hikâyeden biridir. Garson; adlı öykü ilk kez yılında yayımlanmış, daha sonra yazarın Semaver adlı öykü kitabı içindeki öykülerden birisi olarak basılmıştır. Sait Faik’in ilk öykü kitabı olan Semaver’deki öyküler kitaba alınmadan önce çeşitli dergilerde yayınlanmış öykülerden oluşur. Semaver adlı öykü kitabının basım ücreti Sait Faik’in babası tarafından karşılanmış ve bu kitap Semaver adı ile 1936’ yılında basılmıştır. (Semaver Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Abasıyanık ) Sait Faik’in ilk öykülerini oluşturan bu öyküler biçim ve içerik açısından Türk öykücülüğü tarihinde yep yeni özelikler taşıyan öykülerdir. Bir anlık bir kesiti, durumu, akla gelen bir anıyı anlatan başı ve sonu pek de kesin olmayan belirsiz kalan bu öykü tarzına daha sonra durum veya kesit hikâyeciliği de denilecektir. Yazarın Garson öyküsü babasının servetini tüketen, garsonluk yapmaya başlayan ama tekrara babası gibi olabilmek ve kendi işinin patronu olmak için uğraşan bir mirasyediyi anlatmaktadır. Yazarın bu öyküsünün yazarın bizzat tanıdığı bir adam olduğu da açıktır. Öykünün kahramanı Burgaz Adasında küçük bir kahve işletmekte olan ve Bevlü Lokantasında garsonluk yapan biridir. Bilindiği gibi Sait Faik de babasının işlerini yürütememiş girdiği işlerde başarılı olamamış, babasının servetini tamamen tüketmese de babasından kalan varlıkla hayatını sürdürmüş birisidir. Bu bakımdan öyküdeki Ahmet ile Sait Faik’in hayatı vekaderi açısından büyük benzerlikler vardır. Öyküden çıkan diğer bir sonuç ise öykünün anlatıcısı ile yazarın aynı kişi olduğu ve bu öykünün yazarın biyografisinin bir parçası olduğudur. ÖZETİ Garson adlı öyküsünün kahramanı olan Ahmet’in babası Trabzonludur. Ahmet’in babası esasında zengin bir adamdır ve Ahmet de o ailenin tek oğludur. Ahmet’in babası çok eski bir zamanda İstanbul’a göç etmiş, büyük bir kantariye mağazası açmıştır. Üstelik bu mağaza toptan satış yapan oldukça büyük bir iş yeridir. Fakat Ahmet’in babası bir gün ölmüş babasının serveti ve toptan kantariye işyeri de Ahmet’e kalmıştır. Fakat Ahmet becerikli bir adam değildir. Hem babasının mirasına sahip çıkamamış he kantariye mağazasını batırmış hem de babasından kalan evleri ve dükkânları da idare edemeyip her şeyini kaybetmiştir. Yoksul kalan Ahmet en sonunda Belvü Bahçesinde garsonluk yapmaya başlar. Ama babadan kalma bir şeylere yeniden sahip olma onlardan bazılarını geri kurtarma umuduna da sahiptir. Kaybettiği babasının mallarını geri kurtarmak duygusu ile Burgaz adasında vasat bir kahveyi kiralamıştır. Bu kahvede Belvü Bahçesi kadar kazan masada, kimseden emir almadan, kendi kendisinin patronu olmuştur. GARSON – ÖYKÜ METNİ Yazla beraber deniz üstündeki kahveye gelen garsonun bir haftalık kazancı sekiz, sekiz buçuk lirayı ancak bulurdu. Fakat ne ziyanı var? Bu kahve şimdi onundur. İstediği gibi çalışabilir. İş bittikten sonra, sandalyeler masaların üzerine dizildikten sonra, denize karşı bir cıgara içilir ve beş sandalyenin bir araya gelmesinden olan, yatağa, arkaüstü -iş olmadığı veya yağmur yağdığı zaman erkenden- uzanılabilirdi. Ne karışanı, ne görüşeni vardı. Değil kendisine hizmet etmeye, kendisinden herhangi bir hizmet görmeye bile tahammül edemeyeceği bir insana, “Ne istiyorsunuz?” demek yok artık... Ne kahve fincanının tabağına her zaman para bırakan müşterinin, bu sefer niçin bırakmadığını düşünmek... Burayı her yaz ucuz bir fiyata kiralardı. Semtin sapa bir kahvesiydi. Fakat köy evlerinin müntehasında deniz üstünde, tahtadan olması, ekseriya köye gezmeye gelenleri ve şair tabiatlıları buraya çektiği, bu nevi insanlar da bir kahveye beş kuruştan aşağı bırakmayan takımdan oldukları için geçinir giderdi. Ona sorulsa: “İstanbul’un Belvü gibi, yok Cennet Bahçesi, Panorama, Altınbira gibi bahçelerinde garsonluk etmek varken ve sen de birinci sınıf garsonken, ne diye bu işi yaparsın?” Pek kendisi de bilmezdi. Kırk yaşında, sağlam, birinci sınıf... Yukarıda saydığımız bahçelerde en hışır garsonun gündeliği iki buçuk hatta üç, diyelim iki lira. O halde günde bir papele burasını niye tercih ederdi? Meçhul... Tembellikten mi? Hayır. Çalışmaktan korkmazdı. Burada, bu boş ve kimsesiz kahvede bile kendine bin türlü iş bulur. Kova kova denizden su çekerek, siyahlaşmış tahtaları ovardı. Köyün gençlerini kahvesine alıştırmak için, geçen seneden beri iki ucunu bir araya getiremediği pingpong masasının ayaklarını tamir eder, masaların yerlerini değiştirir, bardakları yeniden yeniden yıkar... bin türlü iş icat ederdi. Hiç boş kalmak işine gelmezdi. Boş kalırsa müthiş canı sıkılırdı. Yine de yapılacak iş kalmadığı zaman Belvü Bahçesi’nde garson olduğunu, sıcak bir günde müşterilerin akın akın geldiğini görür gibi olur, uzakta, öğle sıcağında, köyün içinde kedilerin bile uyuduğu zamanlarda çıngıraklı bir sesle haykırdığı duyulurdu: —Dört duble çek. Yakasız (san fo kol) olsun. Masadan masaya mezeleri ve dubleleri taşır ve bırakır gibi hareketler yapar; bir yıldırım hızıyla kahvenin içinde koştuğu görülürdü. . İçi çok hazin bir şekilde ezilir. Bir şimşek halinde, bir kahve sahibi olmak arzusunun onu buraya çektiğini düşünür mü, duyar mı, pek belli olmazdı. Karışanım görüşenim yok, demesi de laftı. Öbür tarafta da bir gün bile bir patron ona kaşının üstünde gözün var dememişti. Çünkü ayağına çabuk, eline sağlam, müşteriye güleryüzlüydü. Sırası gelmişken söyleyelim: Kekemeydi de... Bunun garsonlukta mühim tesiri vardır ha! Ne kadar sinirlense o kadar müşteriyi güldürmek kabildir. Son.

Açıklama:

Umarım aradığın budur,işine yarar

KOLAY GELSİN İYİ DERSLER

EN İYİ SEÇER MİSİN