20 tane fiilimsi verir misiniz
Fabrika ustabaşısı -kırk beşlik, zayıf, kısa boylu- başını, kaşıyarak Baba Ferhat’ın yanına geldi. Baba Ferhat, büyük mengenede preslerden birinin damasını eğeliyor, ilerisindeki freze makinesinin sesini uydurmuş, bir Anadolu havası mırıldanıyordu. Haşlanmışa benzeyen yüzünden sızan ter, yağ lekeleriyle karışıp boynuna, ordan da aşağılara iniyordu. Ustabaşının kendisine baktığını fark edince, işi bıraktı, doğruldu.
‘Oof, of be!’ dedi. Ustabaşı gülerek Baba Ferhat’ın yanına geldi, bir şeyler konuştular, sonra ustabaşı, tamir odasının yanına gitti. Kapının sağ duvarındaki mermer levhada şalteri indirdi. Atölye çatısı altında dönen ana volan sarsılarak yavaşladı ve fabrika istop etti.
Herkes paydos sanmıştı. Halbuki ustabaşı, tornaların birinin üstüne sıçradı, düdük öttürdü, işçiyi topladı. Nutuk söyler gibi, ‘’ bana bakın!’’ diye bağırdı, ‘’ öğleden sonra iş var. . . Sabaha kadar çalışacağız belki de. . . İsteyen gidebilir, kalan çift yevmiye alacak. . . İsteyen gider, dedim zorla değil. ‘’
Atölyeye bir sessizlik çöktü. Sonra mırıltılar, fiskoslar başladı, arkasından da Baba Ferhat’ın eğe sesi.
Onuncu presin işçisi çocuk Sami, etrafına bakındı, yutkundu, gözlerini ovaladı. . . Öyle canı sıkılmıştı ki . . .’ Gitsem mi?’ diye aklından geçirdi, sonra caydı. . .Ustabaşı aksidir, Sami işi bırakır giderse, ustabaşı bir daha fabrikaya adım attırmaz ona. Fabrikanın işçiye ihtiyacı yok ki, kapının önü kendi kadar çocuklarla dolu. Saat ücretlerinin düşmesine hep bu aylak çocuklar. . .
Ustabaşı kimsenin kımıldamadığını görünce makineden atladı. Gitti şalteri itti. Volanlar dönmeye başladı, Baba Ferhat’ın eğe sesi silindi.
Mevsim yazdı. Atölyenin arka pencerelerinden olanca hızıyla vuran öğle güneşi, içerde altı tav ocağının kızıllığını alıyordu. İş Kanununa göre fabrika saat birden itibaren paydos etmeye mecburdu. Onun için, fabrikanın gürültüsü dışarıdan işitilirde İş Dairesi’nin kulağına gider diye, ustabaşının emriyle fabrika bekçileri atölyenin tüm pencerelerini, tavandaki yuvarlak deliklere varana kadar örtünce atölye karardı, tav ocaklarının kızıllığı birden bütün kuvvetiyle meydana çıktı.
Çok geçmeden atölyenin elektrikleri yandı, ocaklar tekrar sönükleşti. Bunaltan bir sıcak başlamıştı. Baba Ferhat küfrederek gömleğini attı, paçaları düğmeli, uzun donunu çemirledi. Gövdesi terledikçe kaşıntı artıyordu.
Çocuklar da gömleklerini soyundular. Kömür ambarına, helaya yalın ayak gidip geldiklerinden, ayakları bileklerine kadar simsiyahtı. Preslere çinko levha getiren, kalıplanan karavanaları ambara götüren, depolardan tav ocaklarına maden kömürü taşıyan yardımcı çocuklardan yalnız ikisinin pantolonları uzundu, geriye kalanlar kısa pantolon giyiyorlardı.
Çocuk Sami atölyenin duvar saatine istemeye istemeye baktı. Biri çeyrek geçiyordu daha. . . Paydosu düşündü. Aradaki zaman hiç bitmeyecek kadar uzundu geldi.
Planyalar kıvrım kıvrım yonga döküyorlardı.çocuk Sami düşündü. Öğleden sonra paydos olacaklar diye yiyecek getirmemişti. Karnı pek aç değildi ama, gece belki de acıkır diye elli kuruş avans almaya karar verdiyse de vazgeçti. Annesi, ‘ Aman oğlum Sami, sakın borç etme. . . Aybaşında taksitimizi ödeyemezsek evimizden atarlar bizi. . .’ diye sıkılamıştı. Makinesinin kolunu çekti, bir karavana daha kalıpladı. Sonra volanı boşa itti ve helalara yürüdü. Muslukların başı gene kalabalıktı, sıra bekledi.
Burası atölyenin içinden daha serin olduğundan, çocukların hoşuna gider. Fakat ustalar rahat vermez ki. . . İkide birde kontrole gelirler. Çocuklar kaçar, ustalar kovalar. Yakalanan evvela dayak yer, sonra da ceza.
Çocuk Sami musluğun fışkıran ılık suyunda elini yüzünü yıkadı, vücudunu ıslattı, yaş gövdesini ovdu,serinledi. Başını tekrar musluğa götürüyordu ki düdük sesleri. . . Çocuklar kaçıştılar.
Sami de tav ocaklarının arkasında usullacık sıvıştı. Ocakalrın orası müthiş sıcaktı. Islak vücudu kuruyu verdi. Makinesine geldiği zaman saçlarından başka yaş yeri kalmamıştı. Tekrar alev alev yanmaya başladı.