, CÜMLENİN ÖGELERİNE AYIRIR MSINIZ ACİL
Mümtaz henüz çocukken anne ve babasıyla birlikte yaşadığı şehrin işgali

sırasında babası bir Rum tarafından öldürülür. Bu olay üzerine Mümtaz ve


annesi, Akdeniz kıyısında bir şehirde yaşayan uzak bir akrabalarının yanı-

na gider. Kısa bir süre sonra Mümtaz’ın annesi de hastalanır ve ölür. Daha


sonra Mümtaz, amcasının oğlu İhsan’ın yanına, İstanbul’a gönderilir. İstan-

bul’da onu büyük yengesiyle İhsan karşılar. İhsan, Mümtaz’dan yirmi üç


yaş büyüktür. Galatasaray Lisesinde tarih öğretmenliği yapan İhsan, sahip

olduğu geniş kültür ve donanımıyla dönemin önemli aydın ve düşünürlerindendir. Mümtaz’ı

İstanbul’a gelişinin ertesi yılı Galatasaray Lisesine verirler. Kısa bir süre sonra İhsan, Macide ile

evlenir. Macide; Mümtaz’a her zaman bir anne gibi şefkatli davranan, iyi bir kadındır. Geçen yıllar


içinde İhsan, Mümtaz’ın eğitimiyle yakından ilgilenir; onu yetiştirir. Böylece Mümtaz, her bakım-

dan örnek aldığı İhsan’ın gözetiminde Doğu’nun ve Batı’nın düşünce ve sanat dünyasını tanır. O


artık hayata estetik açıdan bakan genç bir aydındır.

Mümtaz, bir mayıs sabahı Ada vapurunda Nuran’la tanışır. Nuran, kocasından yeni ayrılmış,

genç bir kadındır; bir kız çocuğu vardır. Nuran’la Mümtaz kısa süre içinde birbirlerini severler.

Birlikte sık sık İstanbul’un çeşitli yerlerini gezerler.

Aşağıdaki parçada Mümtaz ve Nuran’ın Üsküdar’ı gezmeleri sırasında yaşananlar anlatılmaktadır.

Üsküdar gezintileri Nuran’a İstanbul’u tanımak hevesini vermişti. Ezici sıcağa rağmen birkaç gün


üst üste İstanbul’a indiler. Eski saraydan başlayarak camileri, medreseleri, semt semt gezdiler. Akşa-

müstü Beyoğlu’nda bir kahvede dinleniyorlar, yahut herkes işini görmek için ayrılıyor, sonra vapurda


buluşuyorlardı.

Nuran’ı iskelede beklemek, gecikince gözü saatte kalmak, kahramanımız için ayrı hazlar oluyordu.

Mizah edebiyatlarının bellibaşlı mevzuu olan kadınların bekletmek huyundan erkeklerin bu kadar

şikâyetçi olmasına şaşıyordu. Nuran’ı beklemek ona çok lezzetli geliyordu. Her şey lezzetliydi, ucunda

Nuran bulunmak şartıyla.

Genç kadın İstanbul’u tanıdıkça Mümtaz’a hak veriyordu. Bir gün ona:

— Kuzum, senin yaşın bu kadar genç. Öyle olduğu halde bütün bu eski şeyleri nerden seviyorsun?

diye sordu. Mümtaz o zaman ona İhsan Ağabeyi anlattı. Gençliğinde Paris’te Jaures’in peşinden bir


zamanlar nasıl ayrılmadığını, sonra Balkan Harbi içinde İstanbul’a dönüşünde birdenbire nasıl değiş-

tiğini, nasıl kendi hayatımızın kaynakları etrafında dolaştığını, anları şahsî bir tecrübe gibi yaşamak-

tan nasıl bıkmadığını söyledi.


— Bende İhsan’ın tesiri büyüktür. Asıl hocam odur. Onun sayesinde o kadar az yoruldum ki... İh-

san’ın en güzel tarafı, insan için yolları kısaltmayı bilmesidir.


O söyledikçe Nuran’ın, İhsan’ı tanımak arzusu artıyordu:

— Öyle ise bir gidip görelim, yahut Emirgân’a çağıralım..

— Zaten seni tanımalarını istiyorum. Doğrusunu istersen, biraz geciktik. Ben ağabeyim diyorum,

İhsan babam sayılır.

Nuran bir müddet düşündü, sonra karar verdi.

— Vazgeç, dedi. Bu yaşta nişanlı olarak takdim edilmek hoşuma gitmiyor. Nasıl olsa görürüz, her

halde onu da, Macide’yi de çok seveceğimi biliyorum.

Sonra yeniden o gün gördükleri şeylere döndüler. Cerrahpaşa’yı gezmişlerdi. Nuran, avlularında


ot bitmiş, damı çökük, fukara yatağı medreselere, harap Tabhaneye, Hekimoğlu Alipaşa Camiinin yü-

zük taşı biçimine hayran oldu.


2. Metin


6.Ünite


166

İstanbul’un bu semtleri bu ağustos gününde, pislikten, tozdan, sıcaktan bitaptı. Her yerde harabe