SORU 1: Okuduğunuz metinde deyimleri,atasözleri,söz sanatlarını bulunuz ve bu metnin akıcılık duygusallık gibi özellikleriini inceleyerek metnin uslüp özelliklerini belirleyiniz.
9.Sınıf edebiyat 149.sayfa soru 7
Arkadaşlar metni aşağıya koyuyorum lütfen kitabı olmayanlar ya da daha büyük ablalarım abilerim ya da kardeşlerim bu soruya cevap verin. Metni olmayanlar için de aşağıya metni koyuyorum.
YER DEMİR GÖK BAKIR
Yalak köylüsü, geçimini yazları Çukurova’da
pamuk toplayarak sağlamaktadır. Her yıl olduğu gibi o yıl da köyün ileri gelenlerinden olan
Adil Efendi’den borç almıştır, pamuk toplayarak
bunu ödemeyi düşünmektedir. Ancak o yıl köyden "Koca Halil" isimli biri, köylüyü verimsiz bir
yere götürür ve köylü yeterli para kazanamaz.
İstediği parayı bulamayan köylü borç altındadır.
Adil Efendi, verdiği parayı zorla alan bir tiptir.
Köylü, Adil Efendi’nin alacağını isteyeceği düşüncesiyle korkmaktadır. Koca Halil, bu durumdan sadece kendini suçladığı için köylünün karşısına
çıkacak yüzü bulamaz ve oğluna, öldüğü haberini yaydırır. Kendini bir ambara kilitler. Uzun zaman
böyle yaşayan Koca Halil, bozkırda boranın delice estiği bir gün kaçıp kendini yollara vurur ve köylü
bir daha ondan haber alamaz.
Köylü, Adil Efendi’nin korkusundan malını mülkünü saklar. Sonra Adil’in gelmeyeceğinin duyulması üzerine mallarını geri çıkarır. Köyün muhtarı Sefer, ikiyüzlü bir politika izlemektedir. Bu yüzden köylü
tarafından sevilmez. Bu durumlar yaşanırken Taşbaşoğlu adında biri isabetli fikirleri nedeniyle halkın
nazarında ermişlik payesine erişir. Taşbaşoğlu üzerine bir sürü hikâyeler anlatılmaktadır.
(Aşağıda, Taşbaşoğlu’nun ermişliğini kabullenmek zorunda kaldığı bölüm verilmiştir.)
Geceleri Ali'nin evinde kalacaktı, öyle karar vermişlerdi ya, Taşbaş düşündü taşındı, bundan vazgeçti. Kendi başı, bir büyük belaya girmesine girmişti. Kurtuluş yoktu. Varsın Ali'nin başı belaya girmesin. Sefer de gelip onu öldürürse öldürsün. Bakalım nasıl öldürecek?
Taşbaşın, o burnundan kıl aldırmayan, lanetler savuran öfkesinden de bir iz kalmamıştı. Şimdi
kadere rıza diyen bir derviş gibi mütevekkildi. Kendisi için çıkarılanlara uzaktan bir seyirci gibi bakıyor,
gülümsüyordu.
Memidik, yedi top ışık hikâyesini köye yaydığı zaman gülmüş:
"Şimdilik arkamıza yedi top ışık taktılar. Az sonra yedi top ışık bir ışık ormanı oldu. Tekeç dağının
tepesinden göğe süzüldük. Memidik sayesinde göklerde uçup duruyoruz." demişti kendi kendine. "Bu
iş bununla, Memidik'le kalsa iyi. Hele bekleyelim, bakalım daha neler neler çıkacak altından!"
Artık evinden dışarıya hiç çıkmıyor, eve de Ali'den, Meryemce'den başka kimseyi almıyordu. Böyle
yapması köylüyü daha çok azdıracaktı ama ne yapsın. Mehdilikten, hükümetten, deliler damından çok
korkuyordu.
2. METİN
ROMAN
145
En zoruna giden de herkesin ona bir tuhaf bakmasıydı. Şöyle azıcık çekingen, korkulu, karanlık,
büyülü... Karısı, çocukları bile böyle davranıyorlardı.
Taşbaşoğlu karmakarışık duygular içindeydi. Bir an geliyor ne olup ne bittiğini bir türlü kavrayamıyor, sonra kendine gelince kendisiyle, köylüyle alay etmeye başlıyordu. "Şu köylü, ne deli köylü."
diyordu. "Ocağınız yana adamlar, benim ermişliğim nerede, uçmuşluğum nerede?"
En küçük çocuğunu çok severdi. Onu kucağına alır, saçlarını okşardı. Çocuğu kucağına alıp okşamak istedi. O, elini çocuğa uzatır uzatmaz, çocuk bağırarak kaçtı, kendisini anasının kucağına attı.
Bu olaylardan az sonra kendisine geldi, yanına yönüne şöyle bir bakındı. Karısı, öteki çocukları
uzakta durmuşlar, büyümüş gözlerle, şaşkınlık içinde, ürküntüyle, büyük bir saygıyla kendisine bakıyorlar. Bu ona bir dokundu ki... İşte yapayalnız kalmıştı.
Öfkeyle bağırdı:
"Siz deli misiniz?" dedi. "Deli deli misiniz? Siz de mi inanıyorsunuz o yalanlara? O gün, bugündür
hiç evden çıktım mı? Karda kıyamette, gece yarısı Tekeç dağının başında ne işim var? Öyle yüzüme
pel pel ne bakarsınız? Adam değil bu kış günü, yaz günü çıksa Tekeç'in başına, donar ölür. O köylü
iyicene kudurmuş, aklını oynatmış, siz de mi oynattınız? İşte görüyorsunuz, adam gibi adamım. (...) O
Memidik deli. Hayal görüyor. Anladınız mı?"
Bu kadar bağırmasına utandı. Ne oluyordu? İstediği kadar bağırsın, hiçbir şeyi değiştiremeyecekti ki...
Bu bağırmadan sonra durgunlaştı, alay etmeye başladı:
"Erdim ben." diyordu. "Bir iyicene erdim ki, öylesine erdim ki sabah erkenden Tekeç dağını sağ
elime alıp götürüyorum. Görmediniz mi? Nasıl görmezsiniz canım. Tekeç dağını alıp götürüyorum. Çukurova'nın düzünün ortasına oturtuyorum. Çukurovalılar, sabah kalkıyorlar, gözlerini açınca bakıyorlar
ki karşılarında göğe ağmış gitmiş, ala karlı bir dağ. Şaşırıyorlar. Bu koskocaman dağı kim getirdi de
koydu buraya, diye Çukurova’da kıyametler kopuyor. Köylüler, kasabalılar bu dağı görmeye koşuyorlar. Sonracığıma, akşam olur, gün kavuşurken Tekeç dağını sol elimin üstüne koyup getiriyorum,
yerine koyuyorum. Çukurovalılar bir de bakıyorlar ki sabah gelen dağ, akşam uçup gitmiş. Bu işe de
çok şaşıyorlar. Ben de bu dağı Çukurova'ya kimin taşıdığını hiç kimseye söylemiyorum."
Bu yaptığı şaka, uydurduğu dağ masalı hoşuna gidiyor, hikâyeyi anlatırken gülmekten kırılıyordu.
Ama karısının bu gülmekten de bir anlam çıkardığının farkında değildi.
Taşbaşoğlu öğrendi ki evde, bu şaka olsun diye söyledikleri, söyleyip güldükleri hemen köye yayılıyor, ciddiye alınıyor. İşte bundan bir iyice ürktü, kızdı.
"Ulan köylü!" dedi, "Ne yaparsan yap beni hiçbir zaman ermiş yapamayacaksın. Kul Murtaza gibi
deliler damına, Vurgun Ahmet gibi dağlara düşmeyeceğim. Öleceğim de böyle olmayacağım."
"Taşbaş Efendimiz demiş ki, demiş ki Taşbaş Efendimiz, ben her sabah Tekeç dağını elimle alır
da... Taşbaş Efendimiz demiş ki... Ben akarsuya, akan ulu suya derim ki, dur ya kutsal su, derim. O
da olduğu yerde kalakalır. Durur kalır. Bir damla bile akmaz. Kuru deyince de kurur. Toprağın altına
girer. Yeri yurdu da belirsiz olur. Çöl ova olur. Taşbaş Efendimiz demiş ki, demiş ki bu yıl bu köye yılan
yağıyordu. Dur, yağma ey kutsal yaratık dedim, yağmadı. Kadınlar doğurmayacak, kısır kalacaklardı.
Etme ya güzel Allahım dedim, vazgeçti. Adil Efendi gelmesin, demiş Taşbaş Efendimiz, gelirse mümkünü yok yolda ölecek, demiş Taşbaş Efendimiz. Benden selam söyleyin Adile, gelip de bizim köye o
tatlıca canından olmasın, demiş." Bela bir gelince bin gelir. Toptan gelir.
5. ÜNİTE
146
Evde şaka olsun diye söyledikleri, köyde bire bin katılarak...
"Etme eyleme avrat, tırnağına kurban olayım. Sana dedim ki bu köy kudurmuş. Sen de mi? Bizim
başımıza bir hâl getirecekler bu yalanlarla. Yoncalığın Kul Murtazası gibi deliler damına... Sen de, ne
olursun, bu yalan ocağına odun taşıma. Ben ne ermişim, ne bir şey."
Kadın hiç konuşmadan başörtüsünü açtı, başını onun önüne uzattı:
"Ya benim yaram? Elin değer değmez iyileşti. Bu da mı yalan?" dedi.
İşte bunun üstüne Taşbaş'ın eski öfkeli hâli üstüne geldi, küplere bindi:
"Behey Allah'ın belası karı." diye bağırdı." Ben mi iyi ettim başını? Meryemcenin ilacı iyi etmedi
mi? Gözü kör olası karı. Demek ben ermişim ha!"
Kadın:
"Başım..." dedi.
Taşbaş:
"Başın yerin dibine batsın." dedi. Önündeki açık başı iteledi.
Bu yalan ocağının birinci tutuşturucusu bu kadındı. Onun önüne geçmeliydi ilkin. Öfkesi indi, düşünmeye başladı. Hemencecik de buldu.
Sakin sakin:
"Ben ermişim." dedi. "Bildirmek istemiyorum ama herhâlde ben iyice ermiş olacağım ki... Öyle
değil mi karı?"
Kadın kıvançlı:
"Öyle, kurban olduğum Memedim," dedi. "Sen öyle bir ermişsin ki yedi kat göğün üstüne çıkmışsın. Köylüler diyorlar ki ermişler hiçbir zaman ermişliklerinin farkına varamazlar."
Taşbaş:
"Şimdi öyleyse beni dinle." dedi. "Bundan sonra bu eve Ali kardaştan, Meryemce Anadan başka
kimseyi almayacaksın. Olur mu?"
Kadın:
"Olur ama..." dedi, "komşudur, nasıl git derim?"
Taşbaş sözünü sürdürdü:
"Dışarıda, köyün içinde benden hiç mi hiç söz etmeyeceksin."
"Soruyorlar. Sorunca da..."
"Şimdi sana söylüyorum karı. Eğer benden söz edersen iyidir kötüdür, uyudu uyandı gitti geldi,
dersen bil ki ben ermişim, seni çarparım, çont ederim, gözlerini de çıkarırım. Öteki dünyada yerini
cehennem yaparım."
Kadın korktu. Neredeyse ayağına kapanacaktı:
"Etme bana bunları Memedim, Efendimiz." dedi. "Hiç ağzımı açmam."
Taşbaş, bu buluşundan kıvançlı "Ermişlik işe yarıyor." dedi içinden. Biliyordu ki artık kadın bir daha
ağzını açıp kendisi için bir yerde bir tek söz bile söyleyemeyecekti.
ROMAN
147
Taşbaş, karısına ermişliğini kendi diliyle söyledikten sonra kadın iyice başkalaştı. Onun sesini bile
duysa bütün bedeni ürpermeler içinde kalıyordu.
Taşbaş gittikçe umutsuzluklara düşüyor, hiçbir kurtuluş yolu bulamıyordu. Köyde onun ermişliğini
istemeyen bir kişi vardı, o da Sefer. İkisi birlik olsalar? Hiçbir şey gelmez miydi ellerinden? Gelmezdi.
Bu azgın köylü...
(...)
Kışın çetin geçmesi ve köylünün isteği üzerine Adil Efendi köylünün borcunu yaza erteler. Bunun
üzerine olaylar Taşbaşoğlu ve Muhtar Sefer üzerinde yoğunlaşır. Taşbaşoğlu’nun ermişlik hikâyelerine
inanmayan muhtar, köylünün Taşbaşoğlu’nu sevmesini kıskanır, onu öldürmek ister bunu başaramayınca da karakola şikâyet eder. Jandarmalar gelip Taşbaşoğlu’nu tutuklar.
Jandarmayla giden Taşbaşoğlu daha ormandan çıkamadan bir boran başlar. Sığınmak için bir
mağaraya girerler. Hepsi uyuduktan sonra Taşbaşoğlu oradan kaçar. Yeni bir mağara bulur, sürüne
sürüne varmaya çalışır.
Artık bahar gelmiştir. Köylünün içinde yine Adil korkusu, un derdi, bulgur derdi vardır. Duyduklarına göre Koca Halil ölmemiş, başka bir köye sığınmıştır. Hatta Adil Efendi’den köylüyü o kurtarmıştır.
Taşbaşoğlu’ndan bir haber alınamaz.
Yaşar Kemal, Yer Demir Gök Bakır