Cevap :

Cevap:

BÜYÜK USTAYI ZİYARET

Kapının sol yanındaki kolu çektim (Zil bu olmalıydı.). Büyük bir şaşkınlıkla kapının açıldığını gördüm. Açılan kapıdan sahanlığa girdim. Ne bir ses ne bir seda. Sağımda bir merdiven vardı. Karşımda camlı bir kapı. Merdivene mi yöneleyim kapıyı mı çalayım, diye duraksarken yukarıdan bir ses geldi: “Kimsiniz, ne istiyorsunuz?” Adımı verdim. Yukarıda, merdivenin sahanlığında, bir ihtiyar belirdi: “Kim gönderdi sizi?” dedi. “Ne istiyorsunuz?” Ona, beni hiç kimsenin göndermediğini, kentte resimlerini gördüğümü, yeni resimlerini görmek istediğimi söyledim.

6. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Ata Yayıncılık Yayınları Sayfa 162 Cevabı

“Satılık resmim yok.” dedi. “Satın almaya gelmedim. Görmeye geldim.” dedim. “Ben de ressamım.” “Çıkın yukarı.” dedi. Tahta merdivenleri çıktım. Sahanlıkta kendimi bir kez daha tanıttım. Ama uzattığım el boşlukta kaldı. Sıkmadı elimi. Beni gücendirmemek için uzattığım elimi görmezlikten geldi. Yan döndü. Ellerini belinde kavuşturdu. Yeniden: “Kim gönderdi sizi?” dedi. “Hiç kimse…” dedim. “Galerinizin sahibi selamlarını iletmemi istedi, o kadar.” “Siz de aynı galeride mi sergiliyorsunuz resimlerinizi?” dedi.

“Hayır.” dedim. “Ben henüz sergilenecek resimler yaratmış değilim.” “Garip…” dedi. “Çok garip. Oysa sanırım akademiyi bitirmişsinizdir. Hiç değilse yaşınız…” Büyük ustaya, akademiye hiç gitmediğimi, girmek için başvurma gereğini bile duymadığımı, kendi köşemde bir şeyler yapmaya çalıştığımı söylediğimde, yüzü ışır gibi oldu: “O zaman iş başka, şimdi içeri girebilirsiniz.” dedi. İçerisi atölyesiydi. Anladığıma göre “peyzaja çıkmadığında” bütün gün burada çalışıyordu. “Her şey çok güçleşti.” dedi, ben resimlerine bakarken. “Özellikle resim yapmak. Siz öncekilere benzemesin istiyorsunuz. Ama bu yalnızca özgünlük isteminden değil, yinelememek isteğinden doğuyor. Sizden öncekilerin yaptıklarını, üç aşağı beş yukarı, biraz iyi biraz kötü siz de yapmışsınız. Bunun anlamı ne? Onlardan daha iyi, daha doğru, daha güzel yapmak değil ki önemli olan. Onlara benzemeyen resim yapmak da değil. Bu çok kolay olurdu. Ama sanata yeni yollar açmak gerek. Bilmem anlıyor musunuz?” Anladığımı sandığımı söyledim. “Fakat çok gariptir…” dedi. “Her yeniliğin içinde eskiden bir parça var.”

6. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Ata Yayıncılık Yayınları Sayfa 163 Cevabı

“Kuşkusuz…” dedim. “Ne demek, kuşkusuz?” dedi. “Örneğin bu resimde, eskiye ait ne var?” Önüme büyük bir resim çıkardı. Sekiz on çıplak, ağaçlık bir alanda, bir su kıyısında yıkanıyorlar, güneşleniyorlar, dinleniyorlar. “Söyleyin ne var bu resimde daha önceki resimlerde var olan?”

Resmi dikkatle inceledim. Hemen yanıtlamadım sorusunu. Bir süre sustum. Uzun bir süre sonra: “Sanırım hiçbir şey ve her şey.” dedim. “Hayır.” dedi. “Kesin bir yanıt istiyorum.” “Bu olanaksız.” dedim. Konunuz -bir doğa parçasında çıplaklar- eskilerin konusu. İstifte bile eskilerle bir yakınlık görüyorum. “Ne benzerliği?” dedi. “Benzerlik değil, yakınlık.” dedim. “Aynı şey.” dedi. “Saçma! Olsun, devam edin.” “Ama bu resminizi, onlardan ayıran, size özgü diliniz.” dedim. “Dil? Ne dili? Nasıl?” “Size özgü olan bir dil!” dedim. “Yani resminizi öbürlerinden ayıran nitelik. Resmin tümü bu.”

“Hayır, hayır!” dedi. “Siz belli ön yargılarla gelmişsiniz buraya. Bu resmi görmeden ne söyleyeceğinizi biliyordunuz.” “İzin verirseniz ben sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim, bir başka gün gene gelirim.” dedim. “Hayır.” dedi usta. “Bugünkü işimizi henüz bitirmedik.” Bu kez çok daha küçük boyutta bir portre çıkardı tuvallerin arasından.

6. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Ata Yayıncılık Yayınları Sayfa 164 Cevabı

“Buna bakın ve ne düşündüğünüzü söyleyin.” dedi. “Çok güzel bir portre.” dedim. “Sanatınızın tüm özelliklerini yansıtıyor.” “Bakın!” dedi. “Size bir giz vereceğim: Her şeyden önce bir durup düşünmek gerek. Göz yeterli değildir. Düşünmek gerek. Çünkü resim sevilmek, hoşa gitmek için değil, algılanmak için yapılır. “Ama resim bir anda algılanabilir de.” dedim. “Böylesi bir resim…” İçini çekti. “Bakınız!” dedi. “İyi bakınız. Sonra kafanızın içindeki, belleğinizdeki başka portrelerle karşılaştırınız. Eğer gerçekten resmi görmeyi -bakmayı değil, görmeyi- biliyorsanız belleğinizdeki resimlerle bunun arasındaki karşıtlıklar kendiliğinden ortaya çıkacaktır.” “Bu bir kişilik sorunu.” dedim. “Kuşkusuz!” dedi. “Sanatta her şey bir kişilik sorunudur. Ama demem o değil. Başka bir şey söylüyorum ben.”

“Ne söylüyorsunuz?” diyemedim. Sanki ağzımı açsam gözüm konuşuyor gibi olacaktı. Sezmiş miydi bu korkumu? Bilmiyorum. Ancak sorusunu yinelemedi. “Bakın!” dedi. “Bu portrede (Bizim buralardan bir bahçıvanın portresidir.) ne bir sevgi var ne bir kin. Ne bir sevecenlik ne bir itme ne sıkıntı ne neşe. Ne yaşama sevinci ne ölüm korkusu… Hiçbir duygu yok bu yüzde. Görüyorsunuz değil mi? Çünkü bu portreyi, bir elmayı, bir ayvayı, bir doğa görünümünü nasıl yaptımsa öyle yaptım. Bir psikolog değilim. Bu yüzde bir ifade aramıyorum. Şimdilerde fotoğraf diye bir şey yayılmaya başladı. Karakutu, üzgün, sevinçli, neşeli, ölümcül bir yüzün fotoğrafını saptayabilir. Benim işim, yüzün ifadesi değil, resmin ifadesidir. Resmin ifadesi ne mi? Resmin kendisi.”

6. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Ata Yayıncılık Yayınları Sayfa 165 Cevabı

İkinci kez gülüşüne tanık oluyordum. Kuşkusuz, sanat tarihine geçecek bir olaydı bu. “Konunun, ressam için hiçbir önemi olmadığını mı söylemek istiyorsunuz?” diyebildim. “Nasıl olmaz?” dedi. “Doğanın görünümü bir şeydir, bir insan yüzü ya da bir çıplak başka bir şey. Ama bu değişiklik ressam için geçerlidir, resim için değil. Duygularımı değil, algıladığımı resmederim ben. Ve yalnızca renk, ışık, leke olarak algılarım. Bahçıvanın bende uyandırdığı duygular bende kalır. Onları resmime yansıtamam. Çünkü bir yazar değilim.” “İnsanlara da bir nesne gözüyle bakıyorsunuz demek.” dedim. “Hayır!” dedi. “Yalnız, resmederken nesnelerle insanlar arasında bir ayrım yapmıyorum. Nesnel olan bakış açımdır. Bir natürmorta başka gözle, yaşayan bir insana bir başka gözle bakamam. Yoksa ressam olamam.”

“Anlıyorum.” dedim. Oysa hiçbir şey anladığım yoktu. “Sanatçı somutlaştırır ve bireyselleştirir.” dedi. “Evet, kuşkusuz.” dedim. “Şimdi çalışmanın tam saati.” dedi. “Güneş iyice batıda. Biçimler daha bir net. Şu görünümün, mavi bir gökle birkaç buluta gereksinimi vardı. Bakalım gök dilediğim mavilikte mi ve gerekli lekelerin benzeri bulutlar var mı gökyüzünde?” Tuvallerin arasında bir tuval aramaya koyuldu. Çalışmaya başlayacağını anladım. İzin isteyip çıktım. Kasabada kaldığım süre içinde birkaç kez daha uğradım ustanın atölyesine. Birkaç gün sonra, bitmemiş bir resmin önünde: “Çok güzel bir başlangıç.” dedim.

6. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Ata Yayıncılık Yayınları Sayfa 166 Cevabı

“Hayır, bir başlangıç değil.” dedi. “Bitmiş bir resim o. Daha doğrusu seyircinin bitirmesini istediğim bir resim. Düşünebiliyor musunuz, bu resmin önünde, her seyirci, kendinden bir şeyler katarak bitirmek isteyecek onu. Biliyor musunuz, yaşım ilerledikçe resimlerimi tamamlamak istemiyorum. Daha doğrusu, bitmeden bitiyor resimler. Bir renk, bir çizgi daha koysam bu resme bakana sanki bir şey kalmayacak diye korkuyorum.” Ona, artık kasabadan ayrılacağımı söylediğimde şöyle dedi:

“Kısa bir süre kaldınız burada. Ama bu süre içinde, nasıl söyleyeyim, tanıdığım biri gibi oldunuz. Sizi bana gönderen dostuma söyler misiniz, artık ışığın resmini yapmak istediğimi? Ama bunu başaracak zamanı bulabileceğimi pek sanmadığımı… Eğer şu önümüzdeki birkaç yıl içinde ölürsem elindeki resimlerle yetinsin. Onlarda az buçuk ışık var. Hiç değilse benim küçük kişisel ışığım.” Niçin bilmiyorum, boğazım düğümlendi. Bir şeyler söylemek istedim. Söyleyemedim. “Size küçük bir armağanım var.” dedi usta. “Karşı koymayın. Kabul edin. Bu konuşmalarımızın bir anısı olarak kalsın. Bir dağ resmi… Hiçbir toprak renginin yer almadığı, kırmızı, yeşil ve mavi renklerden oluşan, bilmeyen biri için bitmemiş bir dağ resmi.” Belki gerçekten de bitmemiş bir resimdi. Usta resmini imzalamamıştı. İmzalamasını da istemedim. Teşekkür edip ayrıldım.

Başkente döndüğümden yaklaşık on beş gün sonra ustanın, bir tepede resim yaparken yıldırım düşmesi sonucu öldüğü haberini aldım. Yarım kalan resmi, “Gün Batımında Bir Dağ Doruğu” imiş.