bu romanin sözcük türlerini bulmama yardım edermisiniz?

Hiçbir zaman hayatı böyle ele geçmez, böyle ulaşılmaz hain bir şey olarak bilmemişti. O, hayatını geldiği gibi yaşamıştı , sonra onu kendine uydurmak mecburiyeti çıkınca öğrenmeye, tanımaya başlamış, tanıdım dediği yerde yine bilinmez bularak sonunda onun anlaşılmaz bir bilmece, tamamen çaresizlikten oluşmuş acı bir bilmece olduğunu görünce dehşeti artmıştı. Şim- di, şimdi artık bu hayata karşı bir kin ve öfke hissediyor, bir şey yapamamak imkânıyla büyüyen bu kin, onu aci, zalim yapıyor- du. Ne kadar aldanmış olduğunu; hayatını güzel ve mutlu bir hayat diye görmekten çok öyle devam edecek, öyle devam etme- mek için hiçbir sebep yok diye inandığı için ne kadar budalalık etmiş olduğunu; bir gün, sadece kalbinin yorulduğu, ruhunun usandığı için her şeyin değişip insanın yabancı bir yer, yabancı bir hayat içinde, hatta o zamana kadar bile aldanarak yaşadığını kabule mecbur kaldığını görüyor, her şeyi şimdi anlıyordu. O hiç düşünmemiş, buna ihtimal vermemişti. Ruhu daima bir hâlde kalacak, kalbi ölünceye kadar öyle vuracak zannetmişken işte ona da o yaşın, o her şeyi en hakiki rengi ile görüp anlamak yaşı- nin geldiğini görüyordu. Bir anlam, bir sebep veremediği sıkın- tıların, hep alıştığı hayatın artık ruhuna yetemediği için ortaya çıktığını ve sonunda şimdi ruhunun kıymetli gidasını bulduğu zaman, o hiçbir şeyi bilmeden düzenlenmiş ve kabul edilmiş ha- yatın bağlarıyla bağlanarak bu yeni mutluluğu reddedip uzaklaş- tırmaya mecbur olduğunu görmek kendisine acı geliyordu. Ah, hayatına tekrar başlamak mümkün olsaydı... "Ne kadar dalgınsın Suat?" denildi. "Etrafına baksana... Uyanır gibi oldu, Süreyya şikâyet ediyordu: “O kadar arzu, o kadar rica, şimdi sessizlik ve sıkıntı..." diyordu.