Cevap :
Açıklama:
Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.”Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu.”
Açık kalpli /yürekli: Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse. “Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim.”
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak. “Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun.”
Açıkta kalmak (olmak): 1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak. “Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca.”
Açık vermek: 1) Geliri, giderini karşılamamak. “Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açık vereceğiz.” 2) Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek. “Dikkat et de düşmanlarına açık verme.”
Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak. “Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı.”
Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak. “Öyle bir insan ki ağzına bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır.”
Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Akşamı iple çekmek: Gecenin olmasını sabırsızlıkla beklemek. “Ne güzel bir ziyaret olacak. Akşamı iple çekiyorum.”
Altı kaval, üstü şeşhane /Şişhane: Daha çok giyim için “altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz.” anlamında kullanılır. “Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme.”
Anasından doğduğuna pişman: 1) Üşengeç, çok tembel. 2) Canından bezmiş. “O işi yaptı ama anasından doğduğuna bin pişman.”
Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse).
Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şansına küsmek, talihine küsmek.
Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey olacağını sezmek.
Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek.
Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak).
Başı kabak: 1. Saçları dökülmüş. 2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan.
Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz.
Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek.
Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; başkalarını beğenmemek.
Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge. “Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.”
Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. “Zorla cinleri başıma topladınız.”
Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek. “Öyle bir cevap yapıştırdı ki karşısındaki donakaldı.”
Çam yarması: İri gövdeli insan.
Çekeceği olmak: Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak. “Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var.”
Çiçeği burnunda: Çok taze, yeni koparılmış. “Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler.”
Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak. “Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor.”
Dallanıp budaklanmak: Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak. “İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!”
Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak. “Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun.”
Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak. “Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar.”
Dili açılmak: Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak.“Dili açıldı çok şükür!”
Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak. “Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o.”

Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören. “İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun.”
Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse). “Neden şu ensesi kalın adamlardan yardım istemiyorsunuz.”
Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış. “Köy aynı, insanlar aynı, eski hamam eski tas.”
Et tırnak olmak: Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden kopmamak.
Fener alayı: Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları gösteri.
Fiskos etmek: Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi gizlice ve alçak sesle konuşmak. “Utanmıyor musunuz bu kadar kişi içinde fiskos etmeye?”
Fütur getirmemek: Bezginlik getirmemek, umutsuzluğa düşmemek. “Sakın fütur getirme, göreceksin başaracağız.”
Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan.“Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor.”
Gel gelelim: “Fakat, ama, ancak” ve “Ne çare ki..” anlamlarında kullanılır.“Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler.”
Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.
Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak. “Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar.”
Hacı ağa: Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin.“Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?”
Hakkını yemek: Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek.“Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır.”
Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan.“Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz.”
Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan.“Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz.”
Har vurup harman savurmak: Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.
Huyunu suyunu almak: Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.
Hüsnükuruntu: İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.
Iskartaya çıkarmak: İşi yaramaz, değersiz bularak bir yana atmak. “Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz.”
Islah etmek: Hatası, yanlışı olan kimseyi yola getirmek, doğru olanı görmesini sağlamak. “Allah seni ıslah etsin, ne zaman düzeleceksin!”
İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.
İflahını kesmek: Gücünü tamamen yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek. “Ben adamın iflahını keserim, anladın mı?”
İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.
İşi duman olmak: İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.
İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.
Jeton düşmemek / takılmak : Söylenenleri, olup bitenleri anlayamamak.
Jetonu geç düşmek: Bir konuyu, sorunu ya da düşünceyi geç ve güç anlamak. “Jetonu geç düşüyor galiba, şaka yaptığımızı anlamadı hâlâ.”
Jurnal etmek: Biriyle ilgili, yetkili kimselere kötülemede bulunmak; yazılı, sözlü ihbarda bulunmak.
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. “Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi.”
Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. “O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kağıt üzerinde kaldı.”
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.
Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. “Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu.”
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak. “Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu.”
Laf ebesi: Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese söz yetiştiren, çok konuşan. “Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!”
Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha sözün başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı ve kavrayışlı olmak.
Lüpe konmak: Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.
Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse.
Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.
Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. “Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim.”
Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra.
Ne akar ne kokar: Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için kullanılır.
Nur topu: Gürbüz, sağlıklı, çok güzel ve temiz çocuklar için söylenir.
Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz olmak. “Katili karşısında görünce nutku tutuldu.”
Oğul balı: 1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal.
On parmağında on marifet: Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir.
Oya koymak: Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak. “Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar.”
Ölmek var, dönmek yok: “Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır” anlamında kullanılır. “Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize.”
Ömrüne bereket: “Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun” anlamında kullanılır.
Özü sözü bir: Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse. “Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor.”
Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır. “Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü.”
Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan. “Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık.”
Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak. “Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar.”
Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak. “Postu kurtardık çok şükür.”
Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak.