Cevap :
Cevap:
HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI
“Hastane önünde incir ağacı, annem ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı, annem ilacı
Baştabip geliyor zehirden acı, annem acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu, annem dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu, annem yurt oldu.”
Yanık bir Yozgat türküsüdür bu… Garipliği, yalnızlığı, çaresizliği öyle derin, öyle etkili anlatır ki…
Türkünün hikayesine göre, genç bir erkek askerde verem olur ve tedavi için İstanbul’a getirilir. Yavuklusunu özler ama veremli diye kızın ailesi görüşmelerine izin vermez. Hastanede yatan genç, pencereden gördüğü incir ağacından ilham alarak bu türküyü söyler. Hikayenin sonu kötüdür, genç delikanlı amansız hastalıktan kurtulamaz. Ailesi cenazesini memleketine götüremez, İstanbul’a gömülür…
Çok eski bir türküdür ama hep günceldir aslında. Çünkü hemen herkes kendinden bir şeyler bulur bu türküde. Çünkü hemen herkesin hastaneyle ilgili anısı vardır, acısı vardır. Kendisi ya da yakınları için…
Bundan 22 yıl önceydi… Annem hastalanmış, Zonguldak SSK Hastanesi’ne yatırmıştık. O zaman ne bizim şartlarımız, ne ülkemizin şartları, ne de ülkemizdeki hastanelerin şartları şimdiki gibi değildi. Belki teknoloji yoktu, modern cihazlar yoktu, yeni ilaçlar, yeni tedavi biçimleri, tıpta yeni çareler yoktu ama asıl yok olan “insanlık”tı… İnsana saygı yoktu, acını, hastanı, çaresiz ve kimsesizliğini sahiplenecek “ilgi” yoktu.
Var olan şeyler de az değildi tabii… “Emir” vardı, “kural” vardı, “yassah hemşerim” vardı…
Oysa ne çok birine ihtiyacınız vardır böyle zamanlarda… Yüzü gülen bir doktora, ilgilenen bir hemşireye, “geç kardeşim” diyecek kapıdaki görevliye, hastanıza hoyrat davranmayan hastabakıcıya… Çünkü o çok sevdiğiniz hastanız avucunuzdan kayıp gitmektedir ve işiniz Allah ile tıbbın imkanlarına kalmıştır. Onu iyileştirecek, size bağışlayacaktır. Bir umut, bir ışık, bir mucize, bir şifa, bir insanlık ararsınız… Çünkü o zamanlarda çok alıngan, çok kırılgan, çok yıkık, çok üzgün, çok perişansınızdır. Umuda ihtiyacınız vardır her şeyden önemlisi…
O zamanlar hasta ziyaret günleri vardı, haftada sadece iki gün, Salı ve Perşembe… Bu günler haricinde adeta hastalanmanız tavsiye edilmiyordu … Hastanız inlese, sizi görmek istese, siz onu görmek isteseniz, meraktan çıldırsanız göremezdiniz. Orada yatan hayattaki en değerli varlığınız anneniz olsa; anneniz ameliyata giriyor, hatta ölüyor olsa göremezdiniz!
Göremedim ben de… Annem hastanede öldü ve ben göremedim. Yanında olamadım. Son bakışını, son sözlerini, elimi tutuşunu göremedim.
Bir insanın hayattaki en değerli varlığı olan anasına doya doya veda edememek ne demektir bilir misiniz? Hele de benim gibi ailenin tek çocuğuysanız, tek umuduysanız, ne demektir bilir misiniz?..
Ve farkına varmadan, düşünmeden, umursamadan sizi ömür boyu bir vicdan azabı, dinmeyen bir sızıyla baş başa bırakmışlardır. Ne kadar evlatlık yaptığınızı sorgularsınız. Annenize yapamadıklarınız, küçük şikayetleriniz, arada terslenmeleriniz gelir aklınıza, boğazınızdaki düğüm, pişmanlıklarınız büyür, nefes alamaz olursunuz. Yanında olmadığınız zamanların “ah”ı, “keşke”leri birbirine karışır. Ne kendinizle barışırsınız, ne devletinizle ve hastanelerinizle. Ömür boyu sürecek olan bir mesafe, bir soğukluk girmiştir aranıza…
Bugün özel hastaneler sayesinde başka türlü ve hak ettiğimiz bir muameleye, bir hizmet kalitesine kavuştuk şükür ki… Tamam para kazanmak için kurulmuş işletmeler, ama rekabette öne geçmek isterken, çağdaş dünyanın “insana hizmet” önceliğiyle işlerini yapıyorlar. Onların bu tavrı dalga dalga yayılarak tüm hastaneleri daha iyi bir seviyeye getiriyor. Bütün bunları yaşamak çok güzel.
Evet, hiçbiri annemi geri getirmeyecek ve bendeki derin yarayı iyileştirmeyecek. Ama en azından benim yaşadıklarımı benim çocuklarım yaşamayacak.
Umut ediyorum ki artık “Hastane Önünde İncir Ağacı” gibi, “Cerrahpaşa’da Bıraktım Canımın Yarısını” gibi insanın içine bıçak gibi işleyen türküler yakılmayacak; kimse sahipsiz olduğunu hissetmeyecek.
Annenizin elini tutabileceksiniz
Saygılarımla. ₑ៷ İ