Cevap :
Cevap:
Violet Parma, on iki yıl önce Büyük Nautilus Oteli’nin 407 numaralı odasında bir beşiğin içinde terk edilmiş olarak bulunmuştur. Ailesi, Violet’in bulunmasından tam bir gece önce sırra kadem basmış, ne kadar aransalar da bir türlü bulunamamışlardır. Yasal vasisi olan Sirkenaz Hala’nın yanında kalması gereken Violet, dünyanın öbür ucundaki Tazmanya’ya gitmek istemez ve kararlı bir şekilde kendini bilmediği, tuhaf bir maceranın içine atar: Annesi ile babasının nerede olduğunu bulacaktır. Bunun için de elbette her şeyin başladığı yere gitmelidir: Tuhaf Deniz Kasabası’na. Adı üstünde tuhaf olan bu kasabanın tek otelinin kayıp eşyalar sorumlusu küçük bir çocuk olan Herbert Limon da tıpkı Violet gibi kayıp bir anne babaya sahiptir. Tüm bu kayıplar iki kahramanı birleştirir ve ortak gelecek ihtimalinin aydınlattığı hayaller onları Malamander Efsanesi’ni çözmeye götürür.
Violet, anne ve babası olmadan yani temel sevgiden yoksun bir çocuk olarak büyümüş de olsa, etrafındaki insanlara gösterdiği koşulsuz merhamet ve sevgi, bu kitabın bize vermek istediği ana fikirdir. Violet ve Herbert kasabada birlikte çıktıkları bu arayışta birtakım kötü karakterler ile karşılaşırlar. Bunlardan en önemleri kuşkusuz Kancalı Adam ve Sebastian Yılanbalığı’dır. Kim olduğu bilinmeyen Kancalı Adam daha sonradan keşfedileceği üzere geçmişte Malamander Efsanesi’nde anlatılan yumurtayı çalmaya çalışmış, bu rolünden dolayı da lanetler içerisinde tutsak kalmıştır ve tek istediği şey özgürlüktür. Sebastian Yılanbalığı ise Violet’in babasıyla düşman ve Malamander Efsanesi’ne yalnızca tüm dilekleri yerine getirecek olan yumurta yüzünden inanan zavallı bir adamdır. Tüm bu kötülüklere rağmen Violet hiçbir zaman bu iki adama nefret ve öfkeyle yaklaşmaz; onları anlamak, onlarla iletişim kurmak ister. Hatta kitabın sebepsiz kötü karakteri Malamander’in kendisine bile bir çeşit şefkat beslemektedir; çünkü ikisinin de kayıpları vardır ve bu kayıplar onları benzer kılmaktadır.
Bugüne dek birçok maceraya ve arayışa konu olmuş felsefe taşının izlerini Malamander’de de bulmak mümkün. Malamander denen yaratığın yumurtası, felsefe taşı için de kullanılan yaygın bir tasvirle anlatılır; parlak, yakut ve sanki içinde bir ateş yanmaktadır. Felsefe taşını arayan kahraman, genellikle bir yolculuğa ve/veya arayışa çıkar. Kahramanın ruhsal yapısına göre aradığı şeyler değişir. Ancak neyi ararsa arasın en temelde aradığı şey taştır ve bu taşı ararken yolda sürekli bir çaba gösterir ve başından sonuna kadar bitmek bilmeyen öğretiler, kazançlar ya da kaybedişler meydana gelir. Felsefe taşını arayan kahraman aslında taşı ararken kendini de aramaktadır, bu yüzden de en sonunda bulacağı şey kendisidir; dönüşendir ve dönüştürendir. Tıpkı Malamander’in yumurtasını ailesinin nerede olduğunu öğrenmek için aramaya başlayan Violet gibi. Anne ve babasının geçtiği yollardan geçerek kendinden izler aramakta, bunu yaparken sevgi kırıntılarını da toplamakta ve istediğine ulaştığı noktada tam da onların isteyeceği gibi sevgisini düşünerek hareket etmektedir. Peki, yumurtaya ulaşmak, aynı felsefe taşında olduğu gibi ulaşan tarafından zafer olarak tanımlanabilecek ve tamamlanmış sayılabilecek bir yolculuğun sonu mudur? Bu soruya şu şekilde cevap vermek mümkün: Sebastian Yılanbalığı ve Kancalı Adam’ın aksine, özgürlüğün ve bilmenin gücünün iyi taraflarından bakabilmeyi öğrenebilmiş olan Violet’tir. Kazanana, kaybedene ya da zafere siz karar verin.
Ana karakterlerin kayıpları üzerine kurulan bu ana eksen, elbette ki kayıp olanı bulmaya doğru çıkılacak yolculuk, çeşitli maceralar ve kahramanların yol aldıkça ilerleme tutkusu, genç okuyucuyu her sayfada biraz daha kendine bağlıyor. Barış Purut’un eğlenceli dil anlayışıyla dilimizde hayat bulan bu efsanenin devamı, genç okuyucu tarafından sabırsızlıkla beklenecek gibi.