SABAHATTİN ALI Kelepçeye yapışıp bir asıldı, hemen doğruldum. Çeke çeke odanın ortalık yerindeki direğe götürdü, bir ip çıkardı, beni oraya sımsıkı bağladı. Ondan sonra basti sopayı... Mahpuslukta adam dayak yemekten yılmaz. Eğer Bekir yalnız dayak atsa bunu da tenha bir yerde yapsa hiç ağırıma gitmezdi. Candarma değil mi, helbet dövecek ama böyle yedi köyün muhtarını başına toplayıp da envai türlü ha- karet etmesi bana pek dokundu. Beş on değnek vurduktan sonra gidiyor, kapıdan yalak gibi ağzını açıp bakan muh- tarlarla, oraya biriken köylülerle konuşuyor, sonra dönüp yanıma gelerek soyuma sopuma sövmeye, suratıma tükür- Sirmeye, ötemi berimi tekmelemeye başlıyordu. O tükürünce ben elimi yüzüme götürmek istiyordum. O zaman bağlar bileğimi acıtıyordu... Yüzümü acıdan buruşturunca bakan- ların hepsi katıla katıla gülüyorlardı... Bizim Bekir bir saatten ziyade benimle eğlendi; her ya- nımı dayaktan çürüttü, uyuz ite yapılmayacak hakareti yap- ti... Ama ben de ağzımı açıp bir of demedim. Onun meramı beni zebun edip yalvartmaktı. O kadar adamın karşısında ölüm serilse bunu yapamazdım; yine de yapmadım. Bekir yorulunca yakamı bıraktı, köylülerle beraber ye- mek yemeye gitti. Ben içimden, Ülen Bekir, sen bir elime düşmeyesin! dedim. Ben Çallı Halil Efe olduktan sonra kim- senin ettiğini yanına komazdım. Az sonra Bekir göründü. Hiç sesini çıkarmadan bağları- mı çözdü, dışarı çıkardı, atina bindi, beni önüne katti, Çala doğru yürümeye başladık. Denizli'den beri hiç atlı candar- ma ile yürümemiştim; Bu da kaderde yazılıymış, dedim. Şöyle böyle iki saat kadar yürüdük. Ovanın ortasınday- dık. Bekir atini ağır ağır sürüyordu, ben de dizime kadar çıkan otların içinde bir yürüyüp bir koşarak sol yanında gi- diyordum. Bir aralık baktım, kelepçenin ortasındaki vida sallanıyor. Ellerimi yavaşça iki vetli bastım, paslı kelepçenin vidası çit dedi, düştü. Hiç se- simi çıkarmadan daha bir yarım saat gittik. Ondan sonra DEĞİRMEN Bekir'e döndüm, ellerimi uzattım. 'Bekir Efe, dedim. Bu kelepçenin vidası düşmüş.' Bekir aklınca kabadayı adamdı. Elinde mavzeri, altında atı olduktan sonra ben nereye ka- çabilirdim ki? Hiç istifini bozmadı. 'Çıkar kelepçeyi, koy cebine!' dedi... Dediğini yaptım; biraz daha yürüdük, o za- man kuşağımdan gümüş tabakayı çıkardım, Bekir'e uzat- tim, 'Al bakalım Bekir Efe, sar bir cigara!' dedim. 'Ben Çallı Hâlil, sen Çallı Bekir olduktan sonra, biz daha çok rakılar içeriz, çok kadehler tokuştururuz...' Yüzüme bir baktı. Durdu, durdu, ondan sonra elini uza- tip tabakayı aldı. Elinde tuttuğu mavzeri dizlerinin üstüne yatırdı, dirseklerini onun üstüne dayadı, tabakayı açıp ci- garayı sarmaya başladı... Şöyle yandan bir göz attım. Hem cigarayı sarıyor hem de dirseklerini sıkı sıkı mavzere basi- yordu. Silahın namlusu benden yana olduğu için hiç umut yoktu. Ülen Bekir, bunu da çaktın! diye içimden söyledim. Tam bu sırada Bekir cigarayı, ıslatıp yapıştırmak için du- daklarına götürdü. Dirsekleri mavzerin üstünden şöyle bir nefes alımı kalktı. O, daha ne olduğunu anlamadan ben mavzeri kapınca yirmi adım öteye fırlamıştım. Oradan bağırdım. 'In baka- lım Bekir Çavuş, şimdi de biz hesap görelim! Bekir hemen indi, gülerek yanıma sokulmak istedi. Olduğun yerde kal! diye bağırdım. 'Kelime-i şahadet getir, seni vuracağım! Bey, Bekir'in bu sözleri dediğim zamanki hâlini bir gör- meliydin. Yüzü sararıverdi, melil melil yüzüme bakmayam başladı. 'Aman Halil Efe, dedi. 'Yavuklum var, bir garip anam var, canıma kıyma da ne yaparsan yap. Yüreğim acımadı değil, ne kadar aramız açık olsa yine hemşerilik vardı. Bir mahalle delikanlısıydık. Ama onun et- tiği hakareti kandan başka bir şey temizlemezdi. Bekir sağ kaldıkça insan içine çıkamazdım. Vuracağım seni Bekir, başka yolu yok; bir vasiyetin varsa söyle!' dedim. Bunu dedim, mavzeri de doğrulttum. O zaman Bekir kurtuluş olmadığını anladı. Garip garip bana baktı, sonra 90 5 yana çevirdim, kuvvetli kuv- 51 *Yay. N.: Aciz.