Cevap :
Fuzulî`nin Hadikat-üs Suada`sından uyarlama.
Bu kitap, 13 Temmuz 1978`de Diriliş Pazartesi - Perşembe Günlüğü`nün 59. sayısında yayınlanmıştır.
Selam, tahammül edilmez çileleri yüklenmiş olana...: Meydan. Meydanda iki buçuk katlı taş bir bina. Sağlı sollu evler. Bir köşe başında zincirlerle bağlı bakır tası olan çeşme. Vakit sabah. Satıcılar tezgâhlarını düzenlemekle meşgul. Binanın etrafı nöbetçilerle çevrili. Buçuk kat yere yakın. Binanın diğer katlarında pencere olmamasına rağmen burada demir korkuluklu bir pencere var. Ve pencerede Hazreti Yusuf. Hazreti Yusuf için bütün pencereler kapanmış, sebepler sükût etmiş. Ama işte bu pencere açık. Ne Züleyha ne de Yusuf’u zindana atanlar açmış bu pencereyi. Pencereyi açan, Yusuf'un da, Züleyha’nında, Yakub’un da yazgısını yazan. Bir kuş konar pencereye. Ve Yusuf’un elleri uzanır gözleriyle birlikte. İşte bir avuç buğday ellerde. Taneler bir bir erirken avuçta,Yusuf’un hayalleri Kenan illerinde. işte kuş pırr der uçar yuvasına. Uçan kuş mudur, yoksa Yusuf’un yüreği midir? Bilinmez... Derken işte bir deve. Pencereye yaklaşır. Yusuf deveyi pencereden kollarıyla kucaklar: -Nereden gelip nereye gidersin. Sahibin nerde? Uzun yollardan gelmişsin. Dinlenecek bir köşe arıyorsun belli. Ama yanlış yerdesin. Bir zindanın önünde. Zindanda olmanın ne demek olduğunu bilseydin bütün bu yorulmalara bedel dinlenmelerden vazgeçerdin ey deve. Üzerinde Filistin Çiçekleri kokuyor senin. Belli ki bana bir haber getirmişsin? Derken işte devenin yüzü başkalaşıyor, insanlaşıyor, dile geliyor. “Ey gönül ülkesinin tutsak şehzadesi. Sana selam vereyim dedim bu alandan geçerken. Kenan illerinden geldim. Yine oraya döneceğim. Bana bir buyruğun var mı?” -Hüzne gömülmüş baba için bir müjde, bir ışık, acıyı, gözyaşını dindirecek bir kelime. İşte devenin sahibi elinde bir sopayla devenin yanında bitiyor. Neredesin diyor. Yolcu yolunda gerek, ne işin var senin hapishane önünde diyor. Toprak görevde. Ayaklar bağlanmış. Sopa inemedi deveye. Yusuf sorar adama: “Nereden gelirsin?” “Kenan illerinden. Yakup ailesinin evleri, civarından.” “Ey kardeş, sen hiç o ovalarda, o yerlerde bir ağaç gördün mü? Ki gövdesinden on iki dal çıkmış, fakat birini fırtına kırmış ve o ağacın gövdesi, o kırılıp uzaklara giden dal için ağlıyor.” -Sen Yakup’tan sorarsın. Hüzünler Evi’nde gece gündüz yalvarır Allah’a. Kurttan kuştan haber sorar ama gelmemiştir bir türlü kayıptan bir haber. -Ey yolcu, gideceğin yerde belki yüz kuruş kazanacaksın, al sana yirmi bin. Dön git Kenan illerine. Zindan hücresinden hüzünler evine. O ki gözlerindeki akı, ben ki gençlik hazinemi kaybettim. Sonra anlat ona burada ne gördüysen. İsmim gerekmez. Beni tanıyacaktır o. Selam söyle. Tüm kavuşamayan talihsizler için dua buyursun. Bilirim o duası geri çevrilmeyendir. Unutmayanları da dualarında unutmasın. Bütün bu hizmetlerine karşı direnme de al şu yakutu. -Tamam da kıpırdayamıyorum, ayaklarım bağlı. -Deveye dokunmamaya söz verirsen hareket kazanırsın. “Tövbe olsun, yeter ki şu ayağım kurtulsun.” İşte şimdi Kenan ilindeyiz. “Tanrı elçisine selam. Tanrıdan bize haber getiren sana selam. Selam, gönlü gamlarla olan sana. Selam, tahammül edilmez çileleri yüklenmiş olana.” Yakup Peygamber alır bütün bu güzel selamları. “Gönlüme ferahlık verdi şu içten selamların. Ne yandan geliyorsun.” -Mısır’dan. Yüzünde buraların mührü olan bir gençten sana selam getirdim. Zindandaydı ama yüzü aydınlıktı. Saçlarında ve gözlerinde Filistin’den bir hava vardı. -Benim Rabbim en umulmayan zamanda en umulmadık yönlerden sevindirir. Hiç tanımadığım sen, hiç düşünmediğim yerden gönül aydınlatan haberler getirdin. Ab-ı hayat gibi. Diriliş muştusu gibi. Gençleştirdin, dirilttin beni. Kalbim işte sükunette. Dile benden ne dilersen. -Dünyaya ait karşılıkları zindandakinden aldım. Şimdi kaldı öbür dünyam. “Duanı istiyorum yalnızca. Yakutların, elmasların yanında değersiz bir taşa döneceği, o gerçek değer olan duanı.” Ve duası geri çevrilmeyen başlar duaya. Önce haberi getirene, sonra habercinin devesine ve zindan tutsağı gence… Böylece kitabı özetlemiş oldum. Kısa, özlü, bir göz gezdirmeyle okunacak kitap. Tavsiye ederim. (Sait Köşk)
Bu bir kitap değil kitapcık. Fuzuli'nin Hadikat-üs Suada'sından uyarlama bir Yusuf peygamber ve babası Yakup Peygamber hikayesi. Yakup(a.s)'ın aradığı sonunda aldığı güzel bir haberi anlatıyor. Keşke hikayeyi baştan sona yazsaydı da bir de Sezai Karakoç'tan okusaydık. (Salih)
Bu kitap, 13 Temmuz 1978`de Diriliş Pazartesi - Perşembe Günlüğü`nün 59. sayısında yayınlanmıştır.
Selam, tahammül edilmez çileleri yüklenmiş olana...: Meydan. Meydanda iki buçuk katlı taş bir bina. Sağlı sollu evler. Bir köşe başında zincirlerle bağlı bakır tası olan çeşme. Vakit sabah. Satıcılar tezgâhlarını düzenlemekle meşgul. Binanın etrafı nöbetçilerle çevrili. Buçuk kat yere yakın. Binanın diğer katlarında pencere olmamasına rağmen burada demir korkuluklu bir pencere var. Ve pencerede Hazreti Yusuf. Hazreti Yusuf için bütün pencereler kapanmış, sebepler sükût etmiş. Ama işte bu pencere açık. Ne Züleyha ne de Yusuf’u zindana atanlar açmış bu pencereyi. Pencereyi açan, Yusuf'un da, Züleyha’nında, Yakub’un da yazgısını yazan. Bir kuş konar pencereye. Ve Yusuf’un elleri uzanır gözleriyle birlikte. İşte bir avuç buğday ellerde. Taneler bir bir erirken avuçta,Yusuf’un hayalleri Kenan illerinde. işte kuş pırr der uçar yuvasına. Uçan kuş mudur, yoksa Yusuf’un yüreği midir? Bilinmez... Derken işte bir deve. Pencereye yaklaşır. Yusuf deveyi pencereden kollarıyla kucaklar: -Nereden gelip nereye gidersin. Sahibin nerde? Uzun yollardan gelmişsin. Dinlenecek bir köşe arıyorsun belli. Ama yanlış yerdesin. Bir zindanın önünde. Zindanda olmanın ne demek olduğunu bilseydin bütün bu yorulmalara bedel dinlenmelerden vazgeçerdin ey deve. Üzerinde Filistin Çiçekleri kokuyor senin. Belli ki bana bir haber getirmişsin? Derken işte devenin yüzü başkalaşıyor, insanlaşıyor, dile geliyor. “Ey gönül ülkesinin tutsak şehzadesi. Sana selam vereyim dedim bu alandan geçerken. Kenan illerinden geldim. Yine oraya döneceğim. Bana bir buyruğun var mı?” -Hüzne gömülmüş baba için bir müjde, bir ışık, acıyı, gözyaşını dindirecek bir kelime. İşte devenin sahibi elinde bir sopayla devenin yanında bitiyor. Neredesin diyor. Yolcu yolunda gerek, ne işin var senin hapishane önünde diyor. Toprak görevde. Ayaklar bağlanmış. Sopa inemedi deveye. Yusuf sorar adama: “Nereden gelirsin?” “Kenan illerinden. Yakup ailesinin evleri, civarından.” “Ey kardeş, sen hiç o ovalarda, o yerlerde bir ağaç gördün mü? Ki gövdesinden on iki dal çıkmış, fakat birini fırtına kırmış ve o ağacın gövdesi, o kırılıp uzaklara giden dal için ağlıyor.” -Sen Yakup’tan sorarsın. Hüzünler Evi’nde gece gündüz yalvarır Allah’a. Kurttan kuştan haber sorar ama gelmemiştir bir türlü kayıptan bir haber. -Ey yolcu, gideceğin yerde belki yüz kuruş kazanacaksın, al sana yirmi bin. Dön git Kenan illerine. Zindan hücresinden hüzünler evine. O ki gözlerindeki akı, ben ki gençlik hazinemi kaybettim. Sonra anlat ona burada ne gördüysen. İsmim gerekmez. Beni tanıyacaktır o. Selam söyle. Tüm kavuşamayan talihsizler için dua buyursun. Bilirim o duası geri çevrilmeyendir. Unutmayanları da dualarında unutmasın. Bütün bu hizmetlerine karşı direnme de al şu yakutu. -Tamam da kıpırdayamıyorum, ayaklarım bağlı. -Deveye dokunmamaya söz verirsen hareket kazanırsın. “Tövbe olsun, yeter ki şu ayağım kurtulsun.” İşte şimdi Kenan ilindeyiz. “Tanrı elçisine selam. Tanrıdan bize haber getiren sana selam. Selam, gönlü gamlarla olan sana. Selam, tahammül edilmez çileleri yüklenmiş olana.” Yakup Peygamber alır bütün bu güzel selamları. “Gönlüme ferahlık verdi şu içten selamların. Ne yandan geliyorsun.” -Mısır’dan. Yüzünde buraların mührü olan bir gençten sana selam getirdim. Zindandaydı ama yüzü aydınlıktı. Saçlarında ve gözlerinde Filistin’den bir hava vardı. -Benim Rabbim en umulmayan zamanda en umulmadık yönlerden sevindirir. Hiç tanımadığım sen, hiç düşünmediğim yerden gönül aydınlatan haberler getirdin. Ab-ı hayat gibi. Diriliş muştusu gibi. Gençleştirdin, dirilttin beni. Kalbim işte sükunette. Dile benden ne dilersen. -Dünyaya ait karşılıkları zindandakinden aldım. Şimdi kaldı öbür dünyam. “Duanı istiyorum yalnızca. Yakutların, elmasların yanında değersiz bir taşa döneceği, o gerçek değer olan duanı.” Ve duası geri çevrilmeyen başlar duaya. Önce haberi getirene, sonra habercinin devesine ve zindan tutsağı gence… Böylece kitabı özetlemiş oldum. Kısa, özlü, bir göz gezdirmeyle okunacak kitap. Tavsiye ederim. (Sait Köşk)
Bu bir kitap değil kitapcık. Fuzuli'nin Hadikat-üs Suada'sından uyarlama bir Yusuf peygamber ve babası Yakup Peygamber hikayesi. Yakup(a.s)'ın aradığı sonunda aldığı güzel bir haberi anlatıyor. Keşke hikayeyi baştan sona yazsaydı da bir de Sezai Karakoç'tan okusaydık. (Salih)