Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duru- yor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli edi- yordu. Babam "İnatsın inat... İnatçı adamın saçı yatmaz. Dedene çekmişsin besbelli. Keşke annene benze- seydin." diyordu. Keşke... Annemin lepiska gibi yumuşacık, sarı saçları var- dı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. “Benim oğlum okuyacak, yüksek bir memur olacak" der, sonra da göz ucuyla babama bakardı. Sanki anlaş- mışlar gibi babam da ona bakar, dudaklarında muzip bir gülümseme: "Hih... Biz okuduk, bir şey olduk sanki" diye omuz silkerdi. Ne zaman annem aklıma düşse, o vagondan evi hatırlıyorum. Sisler arasında beliren bir masal gemisi gibi. Hafızamda birtakım resimler, olaylar, insan yüzleri var. Bölük pörçük cümleler, gülüş- meler, hıçkırıklar. Bunları babama soruyorum. Hiç yüksünmeden, sanki yazdığı bir romandan

buradaki dil bilgisi cümlenin ögeleri bulurmusunuz çok acilde​