Cevap :

Esra63

Hz. Muhammed'e(SAV) neden "Muhammedü-l Emin" deniliyor
Peygamberimizin hayatını anlatan ve İslâm literatüründe “siyer” ya da “siyer-i Nebi” olarak tanımlanan eserlerde, risalet, yani peygamberlik görevine başlamadan önceki hayatında da Rasulü’nün yaşayışı örnek teşkil eder. Risalet görevine başladığı 40 yaşına kadarki hayatını “Muhammed-ül emin” nitelendirmesi bir bakıma özetler.
“Muhammed-ül emin” nitelendirmesi, O’nun söz ve davranış, özü ve sözü yönüyle güvenilir bir şahsiyet olduğunu anlatıyordu. Demek oluyor ki, farzımuhal Rasulü, Peygamberlik göreviyle onurlandırılmamış olsaydı bile, sözkonusu güvenilir şahsiyetiyle yine de içinde yaşadığı toplumca böyle kabul edildiği için öyle de hayatını sürdürecek ve tamamlayacaktı, denebilir.

Bu müemmen, yani güvenilir şahsiyetine delalet eden bazı olaylar ve tanıklıklar içinde en dikkate değeri, bilindiği üzere “Beytullahın” örtüsünün değiştirilmesi olayıdır. Beytullah, yani Kabe’nin örtüsünün belli dönemlerde değiştirilmesi gerektiğinde, bu değiştirme hizmetini üstlenmek başlı başına toplumsal bir itibar ifade ediyordu. Kabile asabiyetinin üstünlük, itibar, soyluluk göstergesi sayıldığı bir kültürde Kabe’ye hizmetin ayrı bir yeri ve önemi vardı. Bu aynı zamanda kabileler arası rekabet, mücadele, hatta düşmanlığın da nedeni olabiliyordu.
İşte Kabe’nin örtüsünün yenilenmesi esnasında kabileler arasında anlaşmazlık ortaya çıkar. Her kabile yeni örtünün kendisi tarafından Kabe’ye takılmasını ister ve mesele çatışmaya ramak kalır. Rasulü (ki henüz risalet görevi verilmemiştir) oradan geçerken, anlaşmazlığı, çatışmayı önleyici bir tedbirin uygulanması için hakem seçilir. Baş vurduğu tedbir, örtünün orada bulunan ve iddia sahibi olan kabile temsilcilerinin hep birlikte örtünün bir yerinden tutarak değiştirilmesi olur. Asıl olan Rasulü’nün, güvenilir şahsiyeti dolayısıyla hakem seçilmesi ve uyguladığı tedbirin, yani çözümün itirazsız kabul edilmesidir. Bir başka söyleyişle Rasulü’nün ahlâkî kişiliğinin tam olarak görülmesi, benimsenmesi ve onaylanmasıdır. Erdemliliği üzerinde tam ve açık bir oybirliğinin gerçekleşmesidir.Bu husus o kadar önemlidir ki, daha sonra risalet görevi tevdi edilerek İslâm’ı tebliğ etmeye başladığında, aynı toplum ve bireyleri hemen bunu kabul etmeyecekler, bir kısmı açık bir mücadeleye de başlayacaklardır. Yani tebliğ edilen yeni inanç ilkelerini reddedeceklerdir, ama “Muhammed-ül emin”, güvenilir şahsiyeti, ahlâki güvenilirliğini bu reddedişlerin konusu bile olmayacaktır. Şöyle de söylenebilir: Tebliğ edilen yeni din ve inanç ilkelerini reddedenler, Rasulü’nün müemmen, güvenilir şahsiyetini, ahlâkını hiçbir zaman tartışma konusu yapmayacaklar, yapamayacaklardır. Sözgelimi Peygambere ahlâki şahsiyeti dolayısıyla yalancılık, vefasızlık, iffetsizlik vb. ithamda bulunamayacaklardır. Çünkü böyle bir itham O’nun ahlâki şahsiyetiyle bağdaştırılamıyacağı gibi, ithamda bulunanı töhmet altında bırakacaktı.

Elbette Yüce , hakikatini, emanetini insanlara tebliğ etsin diye seçeceği kimseyi her türlü kötülükten, erdemsizlikten, tehlikeden koruma kudretindedir. Her mü’min, her Müslüman bunu bir imanın gereği olarak anlar. Dikkat çekmek istediğimiz husus bu değildir. Ahlâktır. Ahlâki kişiliktir. Öyleyse yapmamız, gözetmemiz gereken, Rasulü’nün bir “siyeri” olarak müemmen, güvenilir bir kişiliği hayatımızda gerçekleştirmektir. Şöyle de diyebiliriz: Müslüman, kendisinden emin olunan, ona güvenilen; “elinden, belinden, dilinden” kötülük hasıl olmayan, olmayacak olan kimsedir.