Cevap :
DEFTER-İ ÂMÂL: Ziya Paşa; anı; Jean Jacque Rousseau’nun “ İtiraflar “ adlı eserinden etkilenerek yazmıştır; batılı anlamda anı türünün ilk örneklerindendir; yazarın çocukluk anılarını anlattığı bir eserdir; yarım kalmış bir eserdir…
EMİLE: Ziya Paşa; düzyazı; Jean Jacque Rousseau’dan Türkçeye çok güzel bir dille çevirdiği bir eserdir…
ENGİZİSYON TARİHİ: Ziya Paşa; tarih; çeviri bir eserdir…
EŞAR-I ZİYA: Ziya Paşa; şiir kitabı; şairin kendi yazdığı şiirlerinin bulunduğu bir şiir kitabıdır; bu eser şairin ölümünden sonra yayınlanmıştır…
HARABAT MUKADDİMESİ: Ziya Paşa; Harabat’ın önsözü olan bu makale, bizde ilk edebiyat tarihi taslağı sayılır. Ziya Paşa’nın burada verdiği hükümlerin yanlış ve eksik tarafları, bilgi hataları ilk önce Namık Kemal’in hücumlarına uğramıştır…
HARABAT: Ziya Paşa; antoloji; Türk edebiyatının ilk antoloji eseridir; Türk, Arap ve Fars edebiyatından seçme şiirlerin yer aldığı bir divan şiiri antolojisidir; ayrıca yazar bu eserin başına bir önsöz koyarak Şiir ve İnşa makalesindeki düşüncesini değiştirerek gerçek edebiyatın Divan Edebiyatı olduğunu savunmuştur…
RÜYA: Ziya Paşa; mülakat ( röportaj ); edebiyatımızdaki mülakat türündeki ilk eseridir; karşılıklı konuşmalar biçiminde yazmıştır; yazar eserinde çocukluk anılarını anlatmıştır; ayrıca yine bu eserinde Sadrazam Ali Paşa’yı eleştirmiş, onun kötü bir yönetim göstermesinden ötürü görevden alınması gerektiği üzerinde durmuştur…
ŞİİR VE İNŞA: Ziya Paşa; makale; yazar bu eserinde, Halk şiirinin bizim gerçek şiirimiz olduğunu söylemiş ve Divan şiirini eleştirmiştir…
ZAFERNAME: Ziya Paşa; eleştiri; nazım-nesir karışımı bir eserdir; şair bu eserinde, dönemin sadrazamı olan Ali Paşa’yı eleştirmek için yazmıştır; mizahi yönleri bulunan bu eser “ kaside, tahmis, şerh “ olmak üzere üç bölümden oluşur; önemli bir hiciv örneğidir…
ürkçe kelime bulunmaz.
Şiir ve nesrin bu hale girmesi bu devrin yapması değildir. Acemler İslamiyeti kabulden sonra şeriat ilmini öğrenmek için Arap dilini öğrenmeye düştükleri sırada kendi dillerinin şiir ve nesrinde dahi onu taklit ettikleri gibi, biz de Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun ilk zamanlarında İran bilginlerini getirmeye muhtaç olduğumuzdan, onların eğitimi üzere kendi dilimizi bırakıp Acem şivesini taklit yanlışlığına düşmüşüzdür ki, Osmanlı ülkesi bilginlerinin bu konudaki savsaklama ve kusuru bağışlanmaz bir yanlıştır. Çünkü insanoğlu arasında düşünce alışverişinin vasıtası dildir. Bir milletin dili yazılmış kurallar altında olmayıp da her eline kalem alan kimsenin keyfine uyar ve tabii halinden çıkarsa, o millet arasında karşılıklı iş vasıtası bozulmuş demek olur.
Bugün resmen ilan olunan fermanlar ve emir-nameler halk önünde okutulduktan onlardan bir fayda sağlanabiliyor mu? Ya bu yalnız yazıda alışkanlığı olanlara mı mahsustur, yoksa okumamış halk tabakası, devletin emrini anlamak için midir?
Vah bize! Yazık bize! Bu hale göre bizim millette tabii hal üzere ne şiir ve ne de nesir var demek olur.
Hayır, bizim tabii olan şiir ve nesrimiz taşra halkıyla İstanbul ahalisinin okumamış kısmı arasında hala durmaktadır. Bizim şiirimiz, hani şairlerin vezinsiz diye beğenmedikleri halk şarkıları ve taşrada çöğür (saz) şairleri arasında deyiş, üçleme ve kayabaşı denen nazımlardır. Ve bizim tabii nesrimiz, Kaamus çevirmeninin (Mütercim Asım Efendi'nin) ve sonradan Muhbir gazetesinin kullandığı yazı şivesidir.
Gerçi, bu nazım ve bu yazı istenen derecede sanatlı ve gösterişli değilse de Osmanlı halkı ilerlediği sırada bunlara rağbet edilmediğinden, oldukları halde kalmışlar, gelişememişlerdir. Hele bir kere rağbet o yöne dönsün, az vakit içinde ne şairler, ne yazarlar yetişir ki, akıllara şaşkınlık verir