Cevap :

Anadolu:

Küçük Asya. İlk çağlardan itibaren Anadoluya (güneşin doğduğu yer) anlamına gelen "Anatolia" denirdi. Anadolu, bir yarımada oluşu, uygun iklimi, doğal yapısı sebebiyle her devirde cazibe merkezi durumunda olmuştur. Bu sebeple Anadolu'nun geçmişi Yontma Taş Devri'ne kadar ulaşır.

Karain ve Beldibi mağaraları, Çayönü, Çatalhöyük, Hacılar, Truva, Alişar ve Alacahöyük, Anadolu'nun tarih öncesi geçmişini aydınlatan önemli merkezleridir.

Eski çağlardan beri birçok kavim Anadoluya göç ederek yerleşmiş veya Anadolu'yu işgal etmişlerdir.

Bunların başlıcaları:Hititler, Frigler, İyonlar, Urartular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslılardır.


Henüz yazının bilinmediği döneme tarih öncesi çağlar (prehistorik) denir.


Tarih Öncesi Çağlar (Prehistorik Devirler):

1. Taş Çağı

Üç dönemde incelenir.

a) Eski Taş / Kaba Taş (Paleolitik Çağı) > (M.Ö. 600.000 -10.000)

b) Orta Taş / Yonta Taş (Mezolitik Çağı) > (M.Ö. 10.000 - 8.000)

c) Cilâlı Taş / Yeni Taş (Neolitik Çağı) > (M.Ö. 8.000 - 5500)

TARİH ÖNCESİ ANADOLU

Yakın Doğu’da eskiden yaşmış türlü kavimler arasında uygarlığın doğup gelişmesi ele alınırken her seferinde bir kavmin zaman içinde ortaya çıkışı ile ilgili belirli bir nokta saptanır. Bu nokta dar anlamda tarihinin başlangıcı sayılan yazılı belgelerde, bir kavimden ilk söz edildiği andır. Yazının bulunması ya da başka kavimden alınıp kullanılmaya başlanması her ülkede başka tarihte olmuştur.Örneğin, Mezopotamya’da Sümerliler ve Nil Vadisinde ilk oturanlar bu konuda önde gelir. Komşu halklar, onların başlattıkları bu işten yararlanmaya oldukça geç başlamıştır. Bu gecikme Anadolu’da özellikle belirgindir. Yazının hiçbir türü M.Ö.II. bin başlarından önce Anadolu’da görülmez; o zaman bile, yazı yerli halkın işi değil, Mezopotamya kültürünün buradaki uzantısı olmuştur. Çünkü Türkiye’de şimdiye kadar bulunmuş en eski yazıtlar M.Ö.XX.-XVIII. Yüzyıllar arasında, Kappadokia’da Kaniş (Kültepe) adında kentte, Asur tecimenlerin kurmuş oldukları temcin yerleşmesinde tutmuş oldukları kayıtlardır. Doğal olarak bunlar Asur çivi yazısıyla kil tabletler yazılmıştı. İlginç olan, Kaniş’te yörenin Anadolu bir yöneticisinin sarayında bulunan belgelerin, başka bir yöntem geliştirmemiş olan yerli yöneticinin de söyleyeceklerini yabancı tecimlerin diliyle ve yazısıyla söylediğini göstermesidir.

Kaniş’te bulunmuş belgeler iş mektupları, muhasebe kayıtları, konşimento türündendir. Görüleceği gibi, bu tür belgelerin kusursuz ve eksiksiz tarih bilgisi vermesi beklenemez. Zaman zaman geçen özel adlardan, örneğin yıllarını bildiğimiz o dönem Asur krallarının yada komşu Anadolu kentleri ile yöneticilerinin adından bir şeyler öğrenebilmemiz doğaldır. Ancak M.Ö.1700 yılında Hitit Krallığı kuruluncaya değin, tarihin ham maddesini oluşturan siyasal, askeri olaylardan söz eden yazıtlar ee geçmemiştir.

Bu tarihten önce Anadolu’da geçmiş olaylarla ilgili tüm bilgimizin arkeoloji araştırmalarının sonuçlarına dayanması gerekir. Bu tür çalışmalar, ancak yarım yüzyılı aşkın bir zamandan beri sürdürülmesi karşın, bilgimize yadsınmaz ölçüde büyük katkıda bulunmuş, ülke insanın gelişme tarihini kurumsal olarak beş bin yıl daha esiklerde götürmüştür. Bu çalışmalar bizi hiç bilmediğimi, başka türlü de hiç bilinmeden kalacak haklarla, onların yaşam biçimleriyle, kullandıkları, başka bir yerde tam karşılığını bulamayacağımız özgün teknolojiye tanıştırmıştır. Anadolu yarımadasının sağlamış olduğu çevreye, burada ilk oturanların göstermiş olduğu ahlaki ve düşünsel tepkileri anlamamızı da bu çalışmalarda olanaklı kılmıştır. Gene de bu ve benzer başarılar kendi çerçeveleri içinde değerlendirilmelidir. Bunları olanaklı kılan girişimler beğenmemiz bizi yanıltıp işin önemini abartmamıza yol açmamalı. Yine unutmamalıyız ki, bu çalışmalar daha sonra ermemiştir ve eksikleri bulunmaktadır.