Cevap :
Bu tarz ilk olarak eski Yunan'da ortaya çıkmıştır. Başlangıçta ağızdan ağza dolaşan hatıralar şairler tarafından nazım tarzında söylenmekte ve bunlara "epos" adı verilmekteyken, Logograflar tarafından hikâyeleştirilerek nesre çevrilmişler ve arşivlerdeki malzemenin de ilavesiyle içlerine birtakım gerçekler de karışmıştır. Fakat yine de, Strabon'un ifadesiyle bunlar "epos" olmaktan kurtulamamışlardır. Logografların eserleri ne edebi, ne de tarihi eserlerdir. Sadece ilmi araştırma yolunu açan "basit kronikler"dir.
"Tarihin Babası" adıyla bilinen Herodotos her ne kadar Logografların yolundan gitmişse de, insanı merkez haline getirmiş olması ve kavrayış üstünlüğüyle onlardan ayrılır. Herodotos da hikâyeci tarih tarzını kullanmıştır. Fakat olayları peş peşe sıralamakla kalmamış, onları bir düzen içinde nakletmiş ve bir kompozisyon örneği vermiştir. Eserinde az da olsa siyasi görüşler vardır. Tenkit düşüncesine sahip olmamakla birlikte, gördükleri ile duydukları arasında bir ayrım yapmıştır.
Tarih Yazıcılığının Gelişimi: İnsanlar, çeşitli alanlarda edindiği tecrübeleri gelecek nesillere aktarma ihtiyacı duymuştur. Bundan dolayı kendileri ile ilgili çeşitli konuları yazılı hâle getirmişlerdir. Hititlerde anallar (yıllıklar), Kök Türklerde kitabeler, Osmanlılarda vakayinameler, Ruslarda kronikler tarih yazıcılığına örnek gösterilebilir. İnsanların olayları kaydetme ihtiyacı tarih yazıcılığını ortaya çıkarmıştır. Ancak tarih yazıcılığı insanların ihtiyaçlarına, beklentilerine, dönemin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel özelliklerine göre değişiklik göstermiştir. Bunun sonucunda farklı tarih yazım ve kuramları ortaya çıkmıştır. Bunun temel sebebi, insanların zaman içerisinde düşünce ve ihtiyaçlarında meydana gelen değişikliklerdir.
HİKÂYECİ TARİH YAZICILIĞI: İlk olarak Eski Yunanda MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Heredotos (Heredot) yazdığı Tarih (Historia) bu türün ilk örneğidir. Bu tür tarih yazıcılığında hikâye ve efsanelerle dolu bilgiler nakledilir. Genellikle yer ve zamandan bahsedilmekle birlikte sebep ve sonuç ilişkileri üzerinde çok durulmaz. Ancak Heredot, olayları peşpeşe sıralamakla kalmayıp onları bir düzen içerisinde aktarmıştır. XVIII. yüzyıla kadar Avrupa ve İslam dünyası tarihçiliğinde bu tarzda kaleme alınan eserler vardır.
ÖĞRETİCİ TARİH YAZICILIĞI: Öğretici tarzda eser veren tarihçiler, mensup oldukları toplumu harekete geçirerek millî birlik ve ahlakî değerleri geliştirmeyi istemişlerdir. Bu tarz tarih yazıcılığında f topluma fayda sağlamak amaçlanır. Bu tarzın ilk temsilcisi Thukydides (Tukidides)'tir. Büyük yenilgileri takip eden zamanlarda ya da toplumun fikir yönünden birlik içinde olmadığı dönemlerde bu eserler ilgi çekmiştir. Özellikle Avrupa'da ve Türkiye'de XIX. yüzyıla kadar bu tarih yazıcılığı devam etmiştir.
ARAŞTIRICI TARİH YAZICILIĞI: Araştırıcı tarih yazımı yüzyılda doğmuştur. Bu tarz tarih yazıcılığında tarihî olaylar tek bir sebebe dayandırılmamış, dönemin toplumsal, ekonomik, siyasi, dinî, kültürel yapıları ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Bu tür tarih yazıcılığında tarih olaylar kaynaklara dayalı olarak araştırılır ve başvurulan kaynaklar oluşturulan eserde dipnot olarak belirtilir. Ayrıca eserlerde araştırıcı tarih yazıcılığında olayların gelişimi, yeri, zamanı, sebep ve sonuçları ve bunlar arasındaki ilişkiler bir bütün olarak değerlendirilmiştir.
Anlatılanlara göre güneş yılını ilk keşfedenler ve onu on ikiye taksim edenler Mısırlılardır. Mısırlılar bu bilgiyi yıldızlardan öğrendiler. Bana kalırsa Mısırlılar seneyi, Yunanlılardan daha doğru hesap ediyorlar. Çünkü Yunanlılar, seneye birer ay katarlar. Mısırlılarsa her seneyi otuzar günlük aylara taksim ederler ve her seneye beş gün katarlar, bu suretle mevsimler, aynı zamanla tevali ederler. Bundan başka Mısırlılar herkesten önce, on iki ilahın isimlerini kullandıklarını ve Yunanlıların bunları Mısırlılardan aldıklarını, Mısırlıların herkesten önce mezbahlar inşa ettiklerini, ilahlar için heykeller ve mabedler yaptıklarını, taşlar üzerinde hayvan resimleri yaptıklarını söylüyorlar. Sonra kâhinler Mısır üzerinde hüküm süren ilk adamın Men olduğunu, o sırada Teb ülkesi müstesna olmak üzere, bütün Mısır'ın bataklık olduğunu, Moeris Gölü'nden başka hiçbir yerin su üzerinde görülmediğini söylüyorlar. Burası denizden nehir boyunca yedi günlük bir mesafedir.