Cevap :
NAPOLYON BONAPART’TAN JOSEPHINE’E
“Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmalamadığım, beni yaşamımın ruhundan uzaklaştıran zafer ve tutkuya lanet etmeksizin bir tek fincan çay bile yudumlamadım. Orduları komuta ederken, savaş meydanlarını aşarken; benim tapılası Josephine’im, hep kalbimin tahtında oturuyor, düşüncelerimi alıp uzaklara götürüyorsun... Eğer gece yarıları çalışmak için kalkıyorsam bunu tatlı sevgilim belki birkaç gün önce gelir diye yapıyorum. Ama mektubunda bana ‘Siz’ diye hitap ediyorsun. Sensin ‘Siz’! Ah, kötü kız! Nasıl yazabildin böyle bir mektubu? Ne kadar da soğuktu! Siz! Siz! Bu 15 gün nelere gebe? Ruhum üzgün, yüreğim köle, hayal gücüm beni korkutmakta. Beni fazla sevmiyorsun. Ve belki de bir gün gelecek beni hiç sevmeyeceksin. Bunu söyle bana, hiç değilse acıları hak etmiş olurum... ‘Seni eskisi gibi sevmiyorum’ diyeceğin gün, yaşamımın son günü olacak. Hoşça kal!”
ALBERT EINSTEIN’DAN EŞİ MILEVA’YA
“Sevgili Pisiciğim, az önce, Leonard’ın ultraviyole ışıktan katot ışınlarının elde edilmesine dair muhteşem bir makalesini okudum. Bu güzel yazının etkisiyle öyle bir mutlulukla doldum ki senin de bundan mutlaka payını alman lazım. Moralini bozma sevgilim ve kuruntulara kapılma. Seni bırakmayacağım ve her şeyi mutlu sona vardıracağım. Sadece birazcık sabır.”
Ünlü edebiyatçıların aşk mektupları
BACHMANN’DAN CELAN’A
Paul Celan ile Ingeborg Bachmann arasında II. Dünya Savaşı sonrası başlayan aşk, ayrı yerlerde yaşamaya başlamalarıyla mektuplarda sürdü: “Canım, ağustos ortasında Paris’te olacağım. Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sulara. Ingeborg.”
STENDHAL’DEN MATHILDE’E
“Çok mutsuzum, gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var; sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendime kızmama neden olan ama üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum. Bugün, en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu. Sizi yanınızdayken değil de sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.”
FRANZ KAFKA’DAN MILENA JESENSKA’YA
“...Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız. Ben sizdim, sizse ben. Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi, eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümünüz de değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz, bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı. Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardı. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz ya da belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi, belki de birinin kollarına yığılan bendim...”