Cevap :
Dil ve Kültür İlişkisi
Dil, duygu ve düşüncenin adeta kabıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, nesilden nesile aktarılır. Yazı, dilin sesini kaybeden bir vasıta olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, söz ile de bir millet arasına yayılır.
Dil, kültürün temeli olduğuna göre, bir milletin dil ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür kavramına girer. Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, çarşıda, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan dil tarlasını eker biçer. Dilin duygu ve düşünce ile dolmasının sebebi, günlük hayata çok yakın olmasıdır.
Aslında dili yaratan hayat, daha doğrusu sosyal hayattır. Anne çocuğuna bir oyuncak verir. "Bak sana otomobil getirdim." der. Böylece çocuk, oyuncak otomobil ile beraber "otomobil" kelimesini öğrenir. Fakat dil her zaman böyle bir eşya gösterilerek öğrenilmez. Bebek etrafında manasını anlamadığı birtakım sesler duyar. Zamanla onların bir şeye tekabül ettiğini öğrenir.
Dil deyince, konuşulan ve yazılan bütün kelime ve cümleleri anlamak lazımdır. Halk günlük hayatında kelimeleri menşelerine göre ayırmaz. Onu ilgilendiren, kelimelerin manası, işe yaramasıdır. Bir bakkal dükkanında on dakika oturup halkı dinleyerek hangi kelimeleri kullandığını tespit edebilirsiniz.
Dilin kültürle güçlü bir ilişkisi vardır. Bir toplumun maddi ve manevi alanda ortaya koyduğu eserlerin tümüne kültür denir. Kültürel varlıklar dil sayesinde aktarılır. Bir ülke sınırları içerisinde dil farklı biçimlerde kullanılabilir. Bu farklılık konuşma dili ile yazı dilinde görülür. Konuşma dili de lehçe, şive ve ağız gibi bölümlere ayrılır.
DİL - KÜLTÜR İLİŞKİSİ
Öteki canlılardan farklı olarak duygu, düşünce, konuşma, gelişme ve yaratıcılık gibi özelliklere de sahip olan insanoğlu, bir yandan maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılayabilmek, bir yandan da doğayla ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzene koyabilmek için çeşitli sosyal organizasyonlara gitme gereğini duymuştur. Bir arada yaşama ihtiyacının ortaya koyduğu sosyal organizasyonların doğal nitelikteki en küçük örneği aile, en büyük ve en geniş örneği de millettir.
Ailede, maddî ve manevî yakınlıklara dayanan bir sosyal bütünleşme vardır. Bu bütünleşme, aile fertleri arasındaki "akrabalık bağları" ve "aile bilinci" ile gerçekleştirilmiştir. Millet dediğimiz toplulukta ise, sosyal bütünleşme, o topluluğu oluşturan bireyler arasındaki ortak kabullerden doğan ortak özellikler ile sağlanmıştır. Bu ortak özellikler, onların yaşayış biçimlerinden, hayat ve olaylar karşısındaki tutum ve davranış tarzlarından kaynaklanan yakınlıklar, benzerlikler ve tıpkılıklardır. Üstelik tarih boyunca da süregelmiştir. Böylece, ailedeki soya dayanan akrabalık bağının yerini, millet varlığında yaşayış düzenindeki ortak tutum ve davranışlardan kaynaklanan "bir sosyal akrabalık" bağı almıştır. Bu bağ ve aynı toplumdan olma duygusu, fertleri birbirine perçinleyen ortak bir toplum bilinci oluşturmuştur. Böylece, millet dediğimiz toplum türü, aralarında hiçbir yakınlık bulunmayan gelişigüzel fertlerin meydana getirdiği bir topluluk olmaktan çıkarak, birbirine sosyal krabalık bağları ile bağlanmış ve toplum bilinci ile kenetlenmiş kişilerin oluşturduğu sağlıklı ve sistemli bir organizasyona dönüşmüştür.