Cevap :

kompozisyonu kaynak kitaplardan ve netten bulmalısın burdan kimse sana kompozisyon yazmaz

Günümüz dünya düzeninde küreselleşmeyle birlikte rekabetçilik de hızla artmaktadır. Böylesi “zorlu”
bir ortamda ekonomiler için hedeflenen de yalnızca günü kurtaran tedbirler almak değil, mevcudu
koruyarak geliştirmektir. Bu da bir bakıma kalkınma kavramının temelini oluşturmaktadır, yani “Bir
konu veya alanda gelişme/ilerleme, ulusal ekonominin bütüncül olarak ele alınarak istenilen düzeye
ulaşması”. Buraya kadar sorunsuz görünen bu olguda aslında temel bir eksiklik mevcuttur:
Sürdürülebilirlik.
Klasik kalkınma teorilerinde bulunan temel durum ekonominin niceliksel boyutlarına
odaklanılmasıdır. Kalkınmanın bu niceliksel boyutlarına odaklanılırken ise çevre ve sosyal değerler göz
önünde bulundurulmamıştır. Özellikle sanayileşmenin hız kazanmasıyla birlikte mal ve hizmet üretimi
bir kalkınma göstergesi olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Ancak artan dünya nüfusu ve ihtiyaçları ile
küreselleşme doğal kaynaklar üstündeki baskıyı günden güne daha da artırmaya başlamış, doğanın
“taşıma kapasitesi” sınırlara dayanmış ve hatta aşılmıştır. Bu durum ekonomik kalkınmanın doğal
kaynaklara yönelik ihtiyacını ve çevreyle olan bağlantısını gözler önüne sermektedir. Böylelikle de
kalkınmanın sürdürülebilirliği tartışılmaya başlanmıştır.
Dünyada 1 milyardan fazla insan günlük 1 USD’den daha az gelirle yaşamaya çalışmaktadır. Bu
insanların %70’i kırsal alanda yaşamaktadır ve doğal kaynaklara olan ihtiyaçları oldukça yüksektir.
Kuraklık tüm dünyada yaklaşık 2 milyon insanı etkilemektedir [14]. 1950’den itibaren 30 yıl içerisinde
tarım arazisine çevrilen toprak miktarı 1700-1850 arasında geçen 150 yıllık süreçtekinden çok daha
fazladır. Son on yıllık süre içerisinde mercan resiflerinin %20’si kaybedilmiştir ve %20’sinin de kalitesi
azalmıştır. 1960 yılından bu yana nehir ve göllerdeki geri çekilme ise iki misline çıkmıştır. Küresel
ısınma ise kendini iyiden iyiye belli etmeye başlamıştır [20]. Böyle bir ortamda çevrenin “yalnızca bir
hammadde kaynağı” olmadığı ve sürdürülebilir kalkınmanın olmazsa olmaz bir parçası olduğu
görülmektedir.
1970’li yılların sonuna doğru uluslararası düzeyde üzerinde durulmaya başlanan sürdürülebilir
kalkınma ve çevre bağlantısı, Türkiye’de de planlı döneme geçişle birlikte etkisini hissettirmeye
başlamıştır. Ulusal kalkınma planlarında ve stratejilerde sıkça yer bulan çevresel sorunlar ve kalkınma
üzerindeki etkisi pek çok kesim tarafından bilinir hale gelmiştir. Ancak içinde yeni iş kolları ve
istihdam gibi oldukça önemli iki unsuru da barındıran bu bağlantıya yönelik atılan adımların
stratejilerden daha öteye geçerek uygulanması gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışmada sürdürülebilir kalkınma kavramı üzerinde durulmuş, küresel çevre sorunları ve
kalkınma-çevre etkileşim sürecinden bahsedilmiş, Türkiye’deki çevre politikaları ve sürdürülebilir
kalkınma bağlantısı değerlendirilmiş son olarak da bölgesel kalkınma ve çevre konusu üzerinde
durulmuştur. Çalışma sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik kalkınma, sosyal kalkınma ve çevresel
kalkınma olmak üzere üç temel ayağından biri olan “çevre” üzerinde odaklanmakta, mevcut durumu
ve geçmişten günümüze değin kaydedilen gelişmeleri ortaya koymakta, yeni yaklaşımları
değerlendirmektedir.