Cevap :
Tevekkülün tarifi: “Tevekkül, insanların elinde olan şeylerden ümit kesip, Allah’ın indinde olan şeylere teslim olmaktır.”
Tevekkül kalbin Allah'a teslim olup, O’ndan gayrisine itimat etmemesi veya herşeyde Allah'a ümit bağlayarak, O’nun her şeyi bildiğine itimat edip, teslim olmasıdır. Allah'ın yedinde olanın, senin yanında olandan daha hayırlı ve emnü emanda olduğunu bilmendir.
Tevekkül, kalbe Allah'tan başkasından alakayı kestirmen ve her işte Allah’a rücu etmendir.
Ebu Saidi’l-Harraz (rh.a): “Tevekkül, Allah'ı tasdik etmek, O’na itimat etmek, O’na güvenmek, O’nunla mutmain olmak, bütün şeylerde Allah'a teslim olmak, dünya işlerini ve rızka ait olan her sıkıntıyı kalpten çıkarmaktır.” dedi.
Yüce Allah'a tevekkül etmek, işleri ve gerçek olayları O’na devredip bırakmak herhalde O’na itimat etmek, hareket ve kuvvetin ancak Allah’tan olduğunu bilmektir.
Tariflerde verildiği üzere, tevekkül kalbî bir mertebedir. Sebebe tevessül tevekküle mâni değildir. Bunun için tevekkülün yeri kalp, sebeblerin yeri ise, bedendir. Nasıl olur da bir mümin yüce Allah'ın bir çok âyet-i kerîmelerde emretmiş olduğu ameli terkeder? Hâlbuki Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem bir çok hadis-i şeriflerde Ona çağırır.
Bir kişi Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’e devesinin üzerinde geldi ve: “ Ya Rasûlallah, devemi salıverip tevekkül edeyim mi?” diye sordu. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem: “Onu (çökert), bağla ve sonra da tevekkül et” buyurdu.
[1]
Tevekkülün fazileti :
Tevekkül, imanın neticelerinden bir netice ve marifetin meyvelerinden bir meyvedir. Kulun tevekkülü, kulun şanı yüce Allah'ı ve sıfatlarını bildiği kadardır. Çünkü hakîkî mütevekkil şanı yüce Allah’tan başkasını fâil olarak görmez. (Hakîkatte fail-i mutlak O’dur.)
Cenâb-ı Allah (c.c)وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“...Müminler ancak Allah'a dayansınlar” [2] buyurdu.
Her kim hâlinin sadâkâtı ile Allah'a sığınarak, hakkıyla yüce Allah'a tevekkül ederse şanı yüce Allah da ona muhabbetini ikram eder. Kalbini iman nuru ile doldurur. Zâhirini de ikram ve iffetle ziynetler.
Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor:فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
“Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”
[3]
Berâ' İbn-i 'Âzib radiyallahu anhümâ'dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî sallallâhu aleyhi vesellem yatağına girdiğinde sağ tarafına yatardı. Sonra şöyle duâ ederdi: “Allah'ım! Kendimi Sana teslîm ettim, yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana ısmarladım, Sana itimâd ettim, Seni dilerim ve Senden korkarım, Senden başka sığınacak, Senden başka kurtaracak (halâskâr) yoktur; halâs ve himâye ancak sana âittir. Allah'ım indirdiğin Kitabına inandım ve gönderdiğin Peygamberine iman ettim.”
[4]
Ve yine:
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُ
“...Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter...” [5] buyuruyor.
Şiddetle mihnetlere düşüldüğü zaman şanı yüce Allah'a tevekkül etmek, kalbe sukûnet ve huzur verir.
İbn-i Abbas (r.a)’dan rivâyet edildiğine göre peygamberimiz şöyle buyurmuştur : İbrahim aleyhissalâtü vesselâm ateşe atıldığında “Allah bize kâfî, O ne güzel vekildir” diye Allah’a tevekkül etmiştir. [6]
Ashâbı Kirâmın tevekkülünü Kur’an-ı Kerîm şöyle beyan eder:الَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
“Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını ziyadeleştirdi ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.”
[7]
Hakîkaten Allah'a tevekkülü olan kişi, Allah’ın kazasına razı olur, fiiline teslim olur ve kalbi de hükmüne mutmain olur.
Muhakkak ki tevekkül, imanın ve marifetin en büyük semeresidir. Saadet ve itminanın en önemli sebeplerindendir. İşte bunun hakîkatini sâlikler iyi bilip, fehmetmişlerdir. Sebepleri terketmek ve onlardan uzak kalmanın tevekkül olmadığını bildiler. Belki de tevekkül, arzularını Allah'a havale edip, O’na hasretmek; O’nun tedbirine ve hikmetine sığınmak; kalbi sebeblere bağlamamaktır. Tevekkülün en büyük mertebelerini sâlikler tahakkuk ettirmişlerdir. Onların kalpleri ancak Allah ile mutmain olurlar. O’na itimat eder. O’na güvenirler, O’na yönelirler ve yalnız O’ndan yardım isterler. Zirâ hakîkatte O’ndan gayri fâil yoktur. Fâil-i mutlak ancak O’dur.
Onlar bedenleriyle Allah’ın emirlerine imtisal ederler, şeriatına temessük ederler, peygamberin ve ashab-ı kirâm’ın hâl ve gidişine iktida ederek sebeblere sarılırlar. Çünkü sebeblere sarılmak peygamberlerin sünnetidir.
İslâm’da tevekkül Allaha güvenip sığınmak ve Ona teslim olmaktır. Bir başka ifade ile tevekkül, maksada erişmek için yapılacak bir şey kalmadıktan sonra Allah (c.c)’na itimat etmek ve işi Allah (c.c)’na havâle etmektir. Tevekkülün böyle beşerî tedbirleri aldıktan sonra Allah (c.c)’na güvenmek anlamında olduğu âyet ve hadislerle açıkca belirtilmektir. Nitekim bir âyet-i kerîmede:
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
Tevekkülün tarifi: “Tevekkül, insanların elinde olan şeylerden ümit kesip, Allah’ın indinde olan şeylere teslim olmaktır.”
Tevekkül kalbin Allah'a teslim olup, O’ndan gayrisine itimat etmemesi veya herşeyde Allah'a ümit bağlayarak, O’nun her şeyi bildiğine itimat edip, teslim olmasıdır. Allah'ın yedinde olanın, senin yanında olandan daha hayırlı ve emnü emanda olduğunu bilmendir.
Tevekkül, kalbe Allah'tan başkasından alakayı kestirmen ve her işte Allah’a rücu etmendir.
Ebu Saidi’l-Harraz (rh.a): “Tevekkül, Allah'ı tasdik etmek, O’na itimat etmek, O’na güvenmek, O’nunla mutmain olmak, bütün şeylerde Allah'a teslim olmak, dünya işlerini ve rızka ait olan her sıkıntıyı kalpten çıkarmaktır.” dedi.
Yüce Allah'a tevekkül etmek, işleri ve gerçek olayları O’na devredip bırakmak herhalde O’na itimat etmek, hareket ve kuvvetin ancak Allah’tan olduğunu bilmektir.
Tariflerde verildiği üzere, tevekkül kalbî bir mertebedir. Sebebe tevessül tevekküle mâni değildir. Bunun için tevekkülün yeri kalp, sebeblerin yeri ise, bedendir. Nasıl olur da bir mümin yüce Allah'ın bir çok âyet-i kerîmelerde emretmiş olduğu ameli terkeder? Hâlbuki Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem bir çok hadis-i şeriflerde Ona çağırır.
Bir kişi Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’e devesinin üzerinde geldi ve: “ Ya Rasûlallah, devemi salıverip tevekkül edeyim mi?” diye sordu. Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem: “Onu (çökert), bağla ve sonra da tevekkül et” buyurdu.
[1]
Tevekkülün fazileti :
Tevekkül, imanın neticelerinden bir netice ve marifetin meyvelerinden bir meyvedir. Kulun tevekkülü, kulun şanı yüce Allah'ı ve sıfatlarını bildiği kadardır. Çünkü hakîkî mütevekkil şanı yüce Allah’tan başkasını fâil olarak görmez. (Hakîkatte fail-i mutlak O’dur.)
Cenâb-ı Allah (c.c)
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“...Müminler ancak Allah'a dayansınlar” [2] buyurdu.
Her kim hâlinin sadâkâtı ile Allah'a sığınarak, hakkıyla yüce Allah'a tevekkül ederse şanı yüce Allah da ona muhabbetini ikram eder. Kalbini iman nuru ile doldurur. Zâhirini de ikram ve iffetle ziynetler.
Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
“Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”
[3]
Berâ' İbn-i 'Âzib radiyallahu anhümâ'dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî sallallâhu aleyhi vesellem yatağına girdiğinde sağ tarafına yatardı. Sonra şöyle duâ ederdi: “Allah'ım! Kendimi Sana teslîm ettim, yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana ısmarladım, Sana itimâd ettim, Seni dilerim ve Senden korkarım, Senden başka sığınacak, Senden başka kurtaracak (halâskâr) yoktur; halâs ve himâye ancak sana âittir. Allah'ım indirdiğin Kitabına inandım ve gönderdiğin Peygamberine iman ettim.”
[4]
Ve yine:
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُ
“...Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter...” [5] buyuruyor.
Şiddetle mihnetlere düşüldüğü zaman şanı yüce Allah'a tevekkül etmek, kalbe sukûnet ve huzur verir.
İbn-i Abbas (r.a)’dan rivâyet edildiğine göre peygamberimiz şöyle buyurmuştur : İbrahim aleyhissalâtü vesselâm ateşe atıldığında “Allah bize kâfî, O ne güzel vekildir” diye Allah’a tevekkül etmiştir. [6]
Ashâbı Kirâmın tevekkülünü Kur’an-ı Kerîm şöyle beyan eder:
الَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناً وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ
“Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını ziyadeleştirdi ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.”
[7]
Hakîkaten Allah'a tevekkülü olan kişi, Allah’ın kazasına razı olur, fiiline teslim olur ve kalbi de hükmüne mutmain olur.
Muhakkak ki tevekkül, imanın ve marifetin en büyük semeresidir. Saadet ve itminanın en önemli sebeplerindendir. İşte bunun hakîkatini sâlikler iyi bilip, fehmetmişlerdir. Sebepleri terketmek ve onlardan uzak kalmanın tevekkül olmadığını bildiler. Belki de tevekkül, arzularını Allah'a havale edip, O’na hasretmek; O’nun tedbirine ve hikmetine sığınmak; kalbi sebeblere bağlamamaktır. Tevekkülün en büyük mertebelerini sâlikler tahakkuk ettirmişlerdir. Onların kalpleri ancak Allah ile mutmain olurlar. O’na itimat eder. O’na güvenirler, O’na yönelirler ve yalnız O’ndan yardım isterler. Zirâ hakîkatte O’ndan gayri fâil yoktur. Fâil-i mutlak ancak O’dur.
Onlar bedenleriyle Allah’ın emirlerine imtisal ederler, şeriatına temessük ederler, peygamberin ve ashab-ı kirâm’ın hâl ve gidişine iktida ederek sebeblere sarılırlar. Çünkü sebeblere sarılmak peygamberlerin sünnetidir.
İslâm’da tevekkül Allaha güvenip sığınmak ve Ona teslim olmaktır. Bir başka ifade ile tevekkül, maksada erişmek için yapılacak bir şey kalmadıktan sonra Allah (c.c)’na itimat etmek ve işi Allah (c.c)’na havâle etmektir. Tevekkülün böyle beşerî tedbirleri aldıktan sonra Allah (c.c)’na güvenmek anlamında olduğu âyet ve hadislerle açıkca belirtilmektir. Nitekim bir âyet-i kerîmede:
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ