Cevap :

bazı kadınlar şideete maruz kalıyor bazıları ise rahat rahat yaşıyor. bence böyle  yaılmamaması lazım

Toplumunbüyük bir kesimi tarafından benimsenen bir anlayış olan kadın-erkek eşitsizliği, her iki cinsiyete farklı karakterler biçilmiş bir anlayıştır. Oysa İslam’da kadın-erkek ayrımı yoktur. Kadının da, erkeğin de ruhu birdir. Ancak bahsettiğim çarpık kadın-erkek yaşayışlarında, insanlara ne yapmaları gerektiği küçük yaşlardan itibaren telkin edilmektedir.

Bu anlayışta kadınlara zayıf, duygusal, elinden her iş gelmeyen, aklı kıt bir kılıf biçilmiştir. Bu insanlar için kadını zeki, becerikli, başarılı, güçlü gibi güzel ahlak özelliklerine sahip görmek mümkün değildir. Genelde bu ahlak özellikleri erkeklere yakıştırılmaktadır. İşin ilginç tarafı birçok kadında bunu kabullenmiştir. Bu insanlara göre kadınlar daha çok mız mız, dırdırcı, romantik, kıskanç olarak görülmektedir.

Bu anlayışta kadına karşı diğer bir bakış açısı da, kadının fiziki güzelliğine göre değer görmesidir. Güzel ahlak ise bu insanlar için çokta önemli değildir. Bu kuralı bir tek halktan kesim değil, aydın kesim dediğimiz bazı yazarlar, sanatçılar, bilim adamları da benimsemiştir. Bu insanların diğer bir çarpık anlayışları da, kadının düşünemeyeceği safsatasıdır. Bu kurallı kabullenmiş kadınlar da, kendilerini başkalarının düşüncelerine ihtiyaç duyacak şekilde yönlendirmişlerdir. Bu anlamda bu kadınlar herhangi bir soruna çözüm bulmaya çalışmaz, akıllarını kullanmazlar. Örneğin aile olarak ekonomik zorluk içine girmişlerse, kadın çözümler getirmez, “beyim bilir” mantığı ile düşünmekten kaçarlar.

Hal böyle olunca kadının eşi çok para kazanamadığında hemen suçlayıcı bir tavır takınırlar. Bu mantıktaki kadınlar kendilerini geliştirme gereği de duymazlar. Bu anlamda bilgilerini, kültürlerini, ahlaklarını arttırma gibi bir eylemleri de olmaz. Haberleri, dünyada gelişen olayları, yeni bilimsel ve teknolojik bulguları takip etmek yerine, fiziki görünümlerini nasıl güzelleştireceklerine, evlerini nasıl döşeyeceklerine, magazin programlarına ağırlık verirler.

Hatta bu anlayışta kadınlar iman edecekleri dini bile eşlerine göre ayarlarlar. Örneğin eşi dindarsa kadın da din ile ilgilenir, hükümlerine uyar. Eğer eşinin Allah’a karşı nankör bir yaşamı varsa, kadın uyarıcı olmak yerine, gerçekleri görmezlikten gelerek dine muhalif bir ahlak yaşamaya başlar. Yani kadın, eşinin karakterini, anlayışını, felsefesini kendine yol gösterici edinir.

Rabbimiz bu ahlakın yanlışlığını bir ayetinde şöyle haber vermiştir: İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165) Bu ahlakın tam tersine Kuran ahlakında kadın ve erkek arasında fark bulunmamaktadır.

Rabbimiz Kuran’da her iki cinsiyeti de mükemmel bir ahlaka, mükemmel bir kişiliğe ve güçlü akla sahip olmakla sorumlu tutmuştur.

Evet, kadın ve erkek arasında imtihandan kaynaklanan bir fiziksel fark vardır. Ancak Kuran ahlakında asla kadına sadece yemek yapabilen, evi temizleyebilen, eksik etek muamelesi yoktur.

Elbette kadınlar fiziksel anlamda zorlanacak işlerde çalıştırılmamalıdırlar. Fakat bu durum onların zayıf karakterli, zayıf akıllı varlıklar olduğunu göstermez. Rabbimiz kadın ve erkeğe eşit sorumluluklar yüklemiştir. Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler.

İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)

Ayça SONER