Cevap :


        Türkiye Cumhuriyeti; tarihi zorunlulukların, çağın siyasi ve sosyal gelişmelerinin, Türk toplumunun ulusal özelliklerinin ve kaynaklarının ortaya çıkardığı, Anadolu Türk milli varlığının Misak-ı Milli sınırları içerisinde somutlaştırdığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün kazandığı savaş ve yaptığı barış ile tüm dünyaya kabul ettirdiği büyük bir eserdir.   
        “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” esasıyla yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti, bu evrensel ilkeyi bayraklaştıran bir devlet olarak Türk tarihinde özel bir yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK saltanatın kaldırılmasını takiben Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmalarda, milli egemenlik ilkesinin, ülke bütünlüğünün garantisi olan Misak-ı Milli ile aynı değerde olduğunu tüm dünyaya duyurmuştur.  
         Mudanya Mütarekesi’nin 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanmasıyla biten askeri mücadeleden sonra Türk ulusunu tam bağımsız, çağdaş, modern bir toplum haline getirme çabalarının somut adımları savaş yıllarında başlayan eğitim ve iktisadi seferberlikle desteklenirken, Cumhuriyetin ilanını takiben adım adım gerçekleştirilen siyasi, idari, sosyal, kültürel, mali ve askeri tüm inkılaplar ve düzenlemeler Atatürk’ün çağdaşı olan devlet adamlarına örnek olmuştur.  
         İnkılapların halka anlatılması bir devlet politikası olarak benimsenerek Cumhuriyet anlayışı en ücra köşedeki vatandaşa kadar ulaştırılmaya çalışılmıştır. Mahalli bazı tepkilere rağmen toplumsal hayata yönelik önemli düzenlemeler çok kısa süre zarfında gerçekleşme şansı bulmuştur. Atatürk, Türk toplumundaki büyük karizması sayesinde bütün toplumsal güçleri Cumhuriyeti yaşatma ortak hedefi etrafında toplamayı başarmıştır.      
        

Toplumsal değişimler, reformlar güçlerini onları uygulayan kişilerin yeteneklerinden ya da toplumun kabul etme eğiliminden alırlar. Bir toplumun modernleşmesi, öncelikle o toplumun bunu bir zorunluluk olarak hissetmesiyle yakından ilgilidir. Toplum, karşı karşıya kaldığı meseleleri geleneksel kurum, değer ve davranış kalıplarıyla çözümlemeyi başaramıyorsa ya değişecek yahut yok olup gidecektir. Modern dünyanın gerçekleri karşısında ayakta kalmasının mümkün olmadığı açıkça görülen bir imparatorluktan çağın dinamiklerine uygun bir milli devlete geçişi başarmak elbette kolay olmamıştır. Bu yeniden inşa sürecinin mimarı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.  
         Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşlarından çıkan Türk toplumu, ekonomisi tümüyle ilkel tarıma dayalı bir halk yığını durumunda idi. Halk, sürekli savaşlardan dolayı yorgun düşmüştü. Toplum içinde sosyal hareketliliği sağlayacak hemen hiçbir şey yok gibiydi. Ulaşım şebekesi yetersizdi; şehirlerin nüfusu çok azdı; halkın büyük çoğunluğu kırsal bölgelerde yaşamakta, aynı yerde doğup aynı yerde ölmekteydi. Milli ekonomi baştan başa tarıma dayalı olduğu halde bu faaliyet yetersiz ve geleneksel araçlarla yapılıyordu. Bu şartlar içinde bulunan bir nüfusun yapısal karakterinin gelenekçi ve cemaatçi olması tabiidir. Nitekim halk bütünüyle gelenekçi toplum biçiminin özelliklerini taşıyordu. İnsanların ferdi ve toplumsal hayatlarında, ilişkilerinde İslami değerler egemendi. Dine uygunluk, toplumsal ilişkilerde temel unsuru teşkil etmekte ve herşey buna göre değerlendirilmekteydi. 


Kaynak : http://www.tarihcininyeri.net/forum/index.php?topic=6881.0;wap2

 

ALINTI