Cevap :
DİYELİM Kİ bu gün, hayatınızın ilk günü. Herhangi bir günden farklı olarak nasıl yaşardınız hayatınızın ilk gününü? Mesela ilk gününün sabahında nasıl uyanırdınız? İlk defa doğuşunu seyrettiğiniz Güneşi, nasıl karşılardınız? Yüzünüzü Güneşin ışıkları ilk defa okşadığınızda neler hissederdiniz?
Sevgiyle yüzünüze gülen bir çiçeği ilk defa gördüğünüzde eminim tarif edemeyiz hissettiklerimizi. Ya ilk defa kuşları uçarken gördüğümüzde, kendimizi sanki onlarla beraber uçuyormuş gibi hissederdik.
Ya denize ne demeli? İlk defa hayatımızda deniz gördüğünüzde nasıl karşılardık acaba? Sahili hep vuran o kocaman dalgalarıyla sürekli bir titreşim halinde bulunan deniz, kara parçasına, toprağa, dağa taşa meydan okur adeta.
Daha bunun gibi insanı, hayvanları, bitkileri, dağları, taşları her şeyi ilk defa gördüğümüzde hayretimizden yerimizde duramaz; heyacanla ve merakla onlarla ilgileniriz. İlk defa dünyaya gelen bir yavruyu seyretmeye neden doyum olmuyor? Saatlerce siz ona o da size merakla bakışırsınız. Sanki ilk defa yeryüzüyle müşerref olan o değil de sizmişisiniz gibi.
Bu yazıyı okuduktan sonraki ilk gününüzü, gününüzü yukarıdaki sorulara ayırın. Ve o günü hayatınızın ilk günü gibi yaşamaya çalışın. Hissettiklerinizi birlikte paylaşalım.
Bir de soruyu tersinden soralım. Bu gün, hayatınızın son günü olduğunu bilseydiniz nasıl yaşadınız bu günü? Düşünsenize! Güneşi son kez doğarken görüyorsunuz. Heyecanla Güneşi seyre dalar, zamanın geçmesini istemezsiniz adeta. Tıpkı rüyamızda, rüya olduğunu anlayıp, rüyanın bitmesini istememek gibi. Her şeye son bir kez baktığınızda, içimizi bir hüzün kaplar ve heyacanla dönüp dönüp bir daha bakardık herhalde. Tıpkı limandan ayrılan bir gemiden, limana doğru bakınca gördüklerimiz gibi. Her şey gittikçe uzaklaşıyor bizden.
Az önce gibi, sabah güneşin doğuşunu seyretmiştik beraberce. Sanki hemen sonra ise, Güneş batıyor dünyanızda. Hatta hayatınızın ilk gününü düşünürken, aynı günün bir de son gün olduğunu düşünmeye çalışın. ‘Bir gün’, çok kısa bir zaman. Sabah bu limana yanaşan gemimiz, şimdi ayrılıyor limandan.
****
Bir gün gibi hayatımız. Beşikten mezara kadar geçen bir zaman. Upuzun zannedilen ve fakat ‘bir gün’ süren hayatımız. İlk günü ve son günü arasında geçen onca güne rağmen, toplayıp çıkardığımızda elimizde kalan ‘bir gün’ gibi hayat. Ömrümüzün resmini çizer ‘bir gün’ümüz.
Sabah doğar, güneşin ilk ışıklarıyla emekleriz; kuşluk vaktinde hayatımızın farkına varır; Güneş tepemizdeyken, biz de hayatımızın en verimli çağında olgunluk dönemimizi yaşarız. Güneş ikindi vaktine doğru eğildiğinde, yorgunluktan belimiz bükülür; hayatın ağır sorumluluklarından iki büklüm oluruz. Ve akşam olduğunda hayatımızın güneşi ufukta ya bir tepenin ardında, ya da ‘balçıklı bir çamurda’ batar. Biz de geldiğimiz toprağa avdet etmiş oluruz. ‘Altı gün’de yaratılan kainatın vakitlerini biz, bir günde yaşarız. Güneşin doğuşuyla her gün biz de doğar, batışıyla her gün biz de ölürüz.
Saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl, asır, çağ, insanlığın başlangıcı, kainatın başlangıcı ve bitişi gösteren bir saat farzedelim. Kainatın başlangıcıyla beraber, ilk saniye bir tıklama ile çalışmaya, zaman da işlemeye başlar. İlk tıklama gibi, son bir tıklama da hayatın, kainatın ve zamanın bitişini anlatır bize. Bu iki tıklama arasında geçen zamanda sayısız görüntüler asılır zamanın ipine.
Bütün bu tekrarlar, hayatımızın ‘bir gün’ olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir günlük ömrümüz varmış dünyada. Her tekrarlanan gün, ömrümüzün sanki anlık görüntüsü gibi. Her günümüz, hayatımızın filmindeki bir saniyelik bir görüntü. Bir saniyelik zaman diliminde rüyamıza, günler hatta seneler sığar.
Görüntü, gerçeğin kendisi değil, bir parçası da değil. Sadece bir yansıması. Hayatımızın bir günü, ömrümüzün bir parçası. Ömrümüz ise, gerçeğin sadece bir görüntüsü.
İnsanın bir günü gibi, her şeyin de bir ilk günü bir de son günü var kendi ömrünce. Her şeyin sayısız görüntüleri, sonsuz bir Güneşin ışıklarının yansımaları. Görüntü, gerçeği yansıtıyor.
İşte, bir ömrün yansıması olan ‘bir gün’ün görüntüsü gibi bir yazı.
Sevgiyle yüzünüze gülen bir çiçeği ilk defa gördüğünüzde eminim tarif edemeyiz hissettiklerimizi. Ya ilk defa kuşları uçarken gördüğümüzde, kendimizi sanki onlarla beraber uçuyormuş gibi hissederdik.
Ya denize ne demeli? İlk defa hayatımızda deniz gördüğünüzde nasıl karşılardık acaba? Sahili hep vuran o kocaman dalgalarıyla sürekli bir titreşim halinde bulunan deniz, kara parçasına, toprağa, dağa taşa meydan okur adeta.
Daha bunun gibi insanı, hayvanları, bitkileri, dağları, taşları her şeyi ilk defa gördüğümüzde hayretimizden yerimizde duramaz; heyacanla ve merakla onlarla ilgileniriz. İlk defa dünyaya gelen bir yavruyu seyretmeye neden doyum olmuyor? Saatlerce siz ona o da size merakla bakışırsınız. Sanki ilk defa yeryüzüyle müşerref olan o değil de sizmişisiniz gibi.
Bu yazıyı okuduktan sonraki ilk gününüzü, gününüzü yukarıdaki sorulara ayırın. Ve o günü hayatınızın ilk günü gibi yaşamaya çalışın. Hissettiklerinizi birlikte paylaşalım.
Bir de soruyu tersinden soralım. Bu gün, hayatınızın son günü olduğunu bilseydiniz nasıl yaşadınız bu günü? Düşünsenize! Güneşi son kez doğarken görüyorsunuz. Heyecanla Güneşi seyre dalar, zamanın geçmesini istemezsiniz adeta. Tıpkı rüyamızda, rüya olduğunu anlayıp, rüyanın bitmesini istememek gibi. Her şeye son bir kez baktığınızda, içimizi bir hüzün kaplar ve heyacanla dönüp dönüp bir daha bakardık herhalde. Tıpkı limandan ayrılan bir gemiden, limana doğru bakınca gördüklerimiz gibi. Her şey gittikçe uzaklaşıyor bizden.
Az önce gibi, sabah güneşin doğuşunu seyretmiştik beraberce. Sanki hemen sonra ise, Güneş batıyor dünyanızda. Hatta hayatınızın ilk gününü düşünürken, aynı günün bir de son gün olduğunu düşünmeye çalışın. ‘Bir gün’, çok kısa bir zaman. Sabah bu limana yanaşan gemimiz, şimdi ayrılıyor limandan.
****
Bir gün gibi hayatımız. Beşikten mezara kadar geçen bir zaman. Upuzun zannedilen ve fakat ‘bir gün’ süren hayatımız. İlk günü ve son günü arasında geçen onca güne rağmen, toplayıp çıkardığımızda elimizde kalan ‘bir gün’ gibi hayat. Ömrümüzün resmini çizer ‘bir gün’ümüz.
Sabah doğar, güneşin ilk ışıklarıyla emekleriz; kuşluk vaktinde hayatımızın farkına varır; Güneş tepemizdeyken, biz de hayatımızın en verimli çağında olgunluk dönemimizi yaşarız. Güneş ikindi vaktine doğru eğildiğinde, yorgunluktan belimiz bükülür; hayatın ağır sorumluluklarından iki büklüm oluruz. Ve akşam olduğunda hayatımızın güneşi ufukta ya bir tepenin ardında, ya da ‘balçıklı bir çamurda’ batar. Biz de geldiğimiz toprağa avdet etmiş oluruz. ‘Altı gün’de yaratılan kainatın vakitlerini biz, bir günde yaşarız. Güneşin doğuşuyla her gün biz de doğar, batışıyla her gün biz de ölürüz.
Saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay, yıl, asır, çağ, insanlığın başlangıcı, kainatın başlangıcı ve bitişi gösteren bir saat farzedelim. Kainatın başlangıcıyla beraber, ilk saniye bir tıklama ile çalışmaya, zaman da işlemeye başlar. İlk tıklama gibi, son bir tıklama da hayatın, kainatın ve zamanın bitişini anlatır bize. Bu iki tıklama arasında geçen zamanda sayısız görüntüler asılır zamanın ipine.
Bütün bu tekrarlar, hayatımızın ‘bir gün’ olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir günlük ömrümüz varmış dünyada. Her tekrarlanan gün, ömrümüzün sanki anlık görüntüsü gibi. Her günümüz, hayatımızın filmindeki bir saniyelik bir görüntü. Bir saniyelik zaman diliminde rüyamıza, günler hatta seneler sığar.
Görüntü, gerçeğin kendisi değil, bir parçası da değil. Sadece bir yansıması. Hayatımızın bir günü, ömrümüzün bir parçası. Ömrümüz ise, gerçeğin sadece bir görüntüsü.
İnsanın bir günü gibi, her şeyin de bir ilk günü bir de son günü var kendi ömrünce. Her şeyin sayısız görüntüleri, sonsuz bir Güneşin ışıklarının yansımaları. Görüntü, gerçeği yansıtıyor.
İşte, bir ömrün yansıması olan ‘bir gün’ün görüntüsü gibi bir yazı.
i get up at ten oclock . i have big breakfast and swim in the pool . after swim, i go to the my office or my filming . i have lunch at 13.00 . and i go to home , i watch TV . i mean i have got a ordinary life like everyone