Cevap :
Yazar; gelibolu kitabında seksenbeş yıllık büyük bir sırrı, savaşın anlamsızlığını,esrarını ve düşmanlıkların, kötülüklerin, bir araya gelmiş hiçlerin ötesinde tarihin birleştirici gücünde ortaya çıkarmıştır.
Olaylar 1915 Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı Teğmeni Ali Osman Bey ile Anzak Er Aliastair John Taylor’ın belki bir tesadüf, belki bir mucize eseri karşılaşıp insanlığı dehşete düsürecek biçimde verilmiş bir ders şeklinde anlatılmaktadır.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet
Mart 2000 sabahı Çanakkale Savaşlarında öldüğü ya da ölümüne dair hiçbir ipucu bulunmayan Er Aliastair John Taylor’ın kayıp listelerinde yer almamasının ötesinde, onun yani büyük dedesinin varlığına, aslında ne ölü ne de kayıp bir insan olmadığına dair bir ipucu arayan Victoria Taylor’ ın Ece Yaylası köyüne gelmesi ile başlar.Daha fazla…
Her yıl olduğu gibi binlerce Anzak’ın gelip ataları için Gelibolu’yu ziyaret etmeleri gibi o sene Victoria adındaki genç bayan da dedesinin anısına, belki bir iz bulurum düşüncesiyle şehir merkezinden kendine turist acentası tarafından verilen Mehmet isimli rehber çoçukla Anzak koyu adı verilen yere gelir. Yıllar önce Çanakkale’ de, yani şu an üzerinde bulunduğu topraklarda dedesini bir daha haber alınamamazcasına kaybetmiştir. Hayatını dedesinin en azından mezarını bulamaya adıyan bu genç kız son olarak şansını bir de burada denemek amacıyla Gelibolu’ya bulunur.
Ece Yaylası Köyü Gelibolu anılarının geçtiği, yıllarca efsanelerin anlatıldığı tipik bir Türk köyüdür. Viki buraya geldiğinde kendi dedesi yani Er Aliastair John Taylor’un bir benzeri olan Gazi Ali Can Çavuş’u hem anlatılanlara göre hem de resimlerindeki benzerliklerine göre kendi dedesi olduğunu düşünür. Bu düşüncesi kendisine göre belki mantıklı gelebilir ama bunu rehberi Mehmet aracılığıyla köylülere anlatınca, onlar bu saçmalıkların yıllardır kendilerine kahraman olarak gördükleri Ali Can Çavuş’un üzerine atılan bir lekeden başka bir şey olmadığını düşünürler. Ne kadar da Viki bu olayların gerçekleğinin üzerinde durursa dursun, köylüler bu aralarına bomba gibi düşen felaket niteliğindeki haber konusunda bu hanıma yardımda bulunmazlar. Sonuçta Türk misafirperverliğinin verdiği nezaket nedeniyle köy muhtarı Anzak Koy’ una bakarak günlerce ağlayan bu kızın Ali Can Çavuş’dan miras olarak kalan tek canlı hatıra, kızı yani Beyaz Hala’ yla konuşmasını sağlar.
Beyaz Hala gerçektende köy ortamında yetişmesine rağmen yeteri kadar kendini yetiştirmiş ve babasının da ona yardımıyla ingilizce dahi öğrenmiştir. Nasıl köylülerin gözünde Ali Can Cavuş’un bir yeri, bir değeri varsa Beyaz Hala’nın da ayrı bir yeri vardır. Viki, Beyaz Hala’nın yanına muhtar tarafından getirildiği zaman ilk iş olarak dedesinin onun babası olduğunu söyler. Tabiki köylüler gibi Beyaz Hala da bu olaya fazlasıyla şaşırır ama yine de onunla yanlız konuşmayı kabul eder. Eve girdiklerinde Beyaz Hala neden Viki’nin böyle bir düşünceye kapıldığını sorar. Viki de otuzbeş yıllık hayatı boyunca kendisini bu olaya adadığını ve en sonunda her bulduğu bilginin onu buraya kadar getirdiğini söyler. Bundan sonra da sadece Beyaz Hala’nın kendisine yardım edebileceğinin farkındalığını anlar. Köylüler dışarıda evin içindeki olup bitenlerin merakı içinde iken Beyaz Hala, yaşının da getirdiği yavaşlık itibariyle ağır ağır olayları başından itibaren anlatmaya başlar.
“Yıllar önce Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbine katılamasıyla birlikte askerlik yaşı gelmiş herkesi orduya çağırmışlar. Bunların arasında İstanbul’dan gelen Teğmen Ali Osman Taylar’da varmış. Ali Osman Çanakkale Cephesine atanmış ve ilk günden itibaren sıcak savaşla burun buruna yaşamaya başlamış. Hiçbir zaman savaşın insanlara ne getirdiğini anlamayan bu adam yine de gösterdiği başarılar ile adını sıkça bu cephe de duyurmuş. Tabiki bu sırada İngilizler tarafından binbir vaat ile kandırılarak ülkelerinden alınan binlerce genç Anzakta bu savaşın ortasın bulunuyormuş. İşte bunların arasında Viki’nin dedesi olan Er Aliastair John Taylor da varmış. Savaş iyice kızgınlaştığı bir dönemde, Türk ordusunun İngilizlere geçit vermediği sıralarda bir olay yaşanmış. Deniz yoluyla kıyıya indirilen Anzak birliği hiç kimse tarafından asla ama asla sırrı çözülemeyen bir beyaz bulut tarafından yutulmuş. İşte bu beyaz bulutun içinde kaçışan askerlerden olan Aliastair de kendini kurtarma çabasına sağa sola koşuyormuş. Savaşın anlamsızlığının kafasında canladığı bu kısa an içinde ölmek ile yaşamak arasında hiçbir farkın kalmadığını anlamış. Bunun üzerine kendini kurşun seslerinin geldiği yöne doğru atmış ama birden nedeni anlayamadığı bir sebepten dolayı bedenini yerde bulmuş. Baygın olarak yattığı bir günden sonra kalktığında ayağının takıldığı şeyin aslında bir dal parçası veya taş değil de bir insan bacağı olduğunun farkına varmış.