Cevap :
İnsanları diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de düşünme yetisine sahip olmalarıdır. Bilinçli olarak gerçekleştirilen fikir uğraşısı olan düşünce dille ifade edilir. Dil böylece düşüncenin aktarıcısıdır. Düşünce aktarımı dil dışında başka araçlarla da gerçekleşir: resim, müzik, heykel, davranış vb. Ancak dil, bunlar arasında en işlevsel olanı, insan zihnine en fazla hareket alanı bırakanıdır. Dil dışında hiçbir ifade biçimi insana karmaşık ve soyut düşüncelerini dil kadar ayrıntılı olarak ifade etme fırsatı vermez.
Dil-düşünce ilişkisi bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Dil, o dili konuşanların dünya görüşünü ve algılayışını da belirler. Dilin düşünceyi belirlediği yolundaki iddia antropolog dilbilimci Edvvard Sapir ve öğrencisi Lee Whorf’a dayanır. Sapir-Whorf hipotezine göre diller düşünce biçimini de belirler ve buna bağlı olarak bir dilde mevcut olan ayrım başka bir dilde bulunamaz. Tabiatı, ancak dilimizin bize tanıdığı imkanlar ölçüsünde gösterebiliriz. Bu görüşe göre diller farklılaştıkça düşünme biçimleri de farklılaşmaktadır. Dilleri farklı olan her toplumun farklı bir düşünme sistemi vardır. Örnek olarak bir Kuzey Amerika Kızılderili dili olan Hopi’de masa’ytaka kuşun yanısıra uçabilen böcek, uçak, pilot vb. gibi her şeyi göstermek için kullanılır ki bu Türkçe konuşan biri için yadsınacak bir durumdur. Sapir-Whorf-hipotezinden hareketle, toplumların, dillerinin izin verdiği ölçüde dünyayı algıladıkları, dolayısıyla dilleriyle düşünce ve kültürlerini biçimlendirdikleri sonucuna varılabilir.
Dil, insanların düşüncelerini ifade etmelerindeki temel aracın ta kendisidir.
Canlı bir organizma olan dil, aynı zamanda çok ilginç bir yapıdır. Çünkü mesela aynı kavramı ifade ettiğini düşündüğünüz birden fazla sözcük varsa bile genelde bunların arasında ince nüanslar bulunur. Kişinin düşüncelerini ne şekilde ifade ettiği, hangi kelimeyi nasıl bir zihinsel sürecin sonunda seçtiği oldukça ilgi çekici bir konudur. Hatta çoğu zaman neyi nasıl söylediğimiz insanlara ne söylediğimizden daha fazla şey anlatır.
Biz aynı zamanda dil ile düşünürüz. Ana dilimiz ya da dillerimiz ne ise o dillerde düşünürüz. Bu da akıllara acaba insanlar dil olmadan düşünebilir mi sorusunu getirir. Dil yetisi gelişmeden düşünce etkinliğinin gerçekleşmeyeceğini savunanlar, bebeklerin (henüz konuşmayı ve dili algılamayı öğrenmedikleri için) düşünmediklerini iddia etmiştir. (Ancak bunun yanlışlığını kanıtlayan deneyler mevcut.)
Dünya üzerinde çok çeşitli dilin olması ise dillerin kökeninin ne olduğu sorununu akıllara getirir. Acaba tek bir dil vardı da bu dili konuşan insanlar dünyanın çeşitli yerlerine yayıldıkça bugün bildiğimiz anlamda bir dünyanın temelleri mi atıldı?
Ya da insanlar konuşmayı icat etmeden önce doğadaki sesleri taklit ederek mi haberleşiyordu? Dil ihtiyacı niye gelişti? İşte bu gibi pek çok soru ile dil felsefesi ilgilenmektedir.
NOT: İlgisini çeken varsa, Rousseau'nun "Dillerin Kökeni Üzerine" adlı kısa bir kitabı var. Dil felsefesi alanının önde gelen isimlerinden Ludwig Wittgenstein da okunabilir. Herder, Fichte gibi Alman dil felsefecileri de muhakkak okunmaya değerdir.