Cevap :

BİR TANIŞMA

Abdülhamit devrinde karlı bir gün... İstiklâl Marşı şairi Akifle biz, Sarıgüzel'den kalkıyoruz. Recaizade'nin Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki evine gidiyoruz. Recaizade, beni Reji Komiseri Nuri Bey'in konağından tanır; onun için bana güveni var. Nuri Bey'in konağı o kadar temiz ki orada tanışanlar, Abdülhamit birliklerinden korkmazlar. Üstat Ekrem'in evine girince ben paltomu çıkardım. Akif de ceketinden karları silkti. Oda soğuktu; odun sobası yeni yanmıştı. Geldiğimde ben içimden pişmandım, sıcak ve soğuk kavramlarını bilmeyen bünyesiyle Akifin yüzü benim pişmanlığımı paylaşmadığı için ona garez oluyordu.



—    Canım Akif, insan üşümez mi? Bari hatırım için üşü! diyordum.

Derken Üstat Ekrem, odaya girdi. Başında pelüş takke, üstünde apartman gibi kocaman robdöşambr, ayaklarında şişman pantuflalar. Bir taraftan odanın serinliği içinde üstadın aldığı bu hararet tedbirlerine, ceketimin içinde tutuluyordum; bir taraftan da Üstat Ekrem odaya girerken Akif de ceketini ilikledi, ona da canım sıkılmıştı. Alçak, benim o kadar büyük şairimdi ki onu kimseye saygı gösterir durumda görmeye katlanamıyordum.

Bu can sıkıntılarıyla Akif i, Üstat'a kısaca tanıttım. Üstat Ekrem ki büyük yaşının mı, yoksa başka bir nedenin mi etkisi altındaydı, her nedense çok durgundu.

Odada biraz eskidik, sonunda:

—    İzin verirseniz, Akif Bey şiirini okuyacak, dedim. Üstat Ekrem susup susup birdenbire;

—    Uzun mu?

Demesin mi? Ben bittim. Halıya bakıyordum. Çünkü biliyordum. Akif kızacak, bir şey söylemeden kalkıp gidecekti; sonra da birkaç yıl başımın etini yiyecekti: "Beni bu adama ne diye götürdün? Anlat, niçin görürdün?"

Fakat baktım, Akif, büsbütün alçakgönüllü idi:

—    Pek uzun değil, efendim; diyordu. Ve "Fatih Camii" adındaki şiirini okumaya başladı. Manzume okundukça Recaizade değişiyor, kaşlarını yukarı kaldırıp başını sallıyordu. Şiir bitince Recaizade, odanın herhangi bir noktasına gözlerini kaldırarak, odada olmayan birine: "Ah efendim, anlatamıyorum ki. Benim istediğim şiir işte bu. Dinlerken doydum, efendim!" diyor,' sonra da Akif e dönüyordu:

—    Siz, büyük şairsiniz, Akif Bey! Artık oda da sıcaktı. Üstat Ekrem de.

Üstat, hemen Akifin başka şiirini dinlemek istiyordu. "Kahve" manzumesini de başının deminki tasdikleriyle dinliyor, gözlerini açıp bana da başını sallıyordu. Yani ben Akif i ona tanıttığıma iyi etmiş oluyordum.

Ayrılırken, Üstat, daima görüşmek istiyor, Akif i haftada bir gece bekliyordu.

Sokağa çıkınca Akif e dedim ki:

—    Kuzum Akif sana Ekrem Bey'in yaptığının yüzde birini başkası yapsa kıyametleri koparırdın. Biz bu adama memuriyet istemeye gelmedik. "Üstat Ekrem" diye ona, hem de kış kıyamette, geliyoruz. Sen "Bir şiirimi okuyacağım" diyorsun; o, "Uzun mu?" diye soruyor; sen de buna katlanıyorsun. Ya başkalarına karşı öfken yalan, ya bugünkü katlanışın.

—    Üstat haklı, dedi, saçıma, sakalıma baktı. Bu adam edebiyatta bir mevki sahibi olsaydı, bu yaşına kadar onu tanırdım dedi. Beni ilk görüşte edebiyattaki tarihçiler gibi bir şey sandı, hani ölüm tarihi, doğum tarihi yazan adamlar var ya, onlardan biri. Aramızda bu, uzun zaman bir alay konusu oldu. Akif, bir yeni şiirini bana okuyacağı zaman, ben çenemde, Üstat Ekrem'in muhayyer sakalıyla yüzümü yukarıya kaldırıp sorardım: "Uzun mu?”

Mithat Cemal KUNTAY