Cevap :
Tanzimattan önce Osmanlı İmparatorluğu teşkilatı incelendiğinde idari kuruluş yapısına Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Memluklular ve Anadolu Beylikleri gibi bazı İslam ve Trük devletleri teşkilatlarının örnek olduğu görülmektedir. Osmanlı devleti maliye teşkilat, Batı (İran) Moğolları denilen İlhanlılar ile Anadolu Selçuklularının teşkilatından alınmıştır.
Orhan Bey döneminde (1326-1359) Bursa’nın başkent yapılmasıyla birlikte bir göçebe sınır beyliğinden yerleşik bir devlet düzenine geçilmiş ve devlet olmanın bütün koşulları kazanılmıştır. Devletin mali teşkilatı da esas itibariyle Orhan Gazi zamanında kurulmaya başlamıştır. I. Murat zamanında devletin merkez ve eyalet teşkilatları tamamlanmış, daha sonra Çelebi Mehmet’in (1403-1421) girişimleri ve başarılı çalışmaları ile Timur’un yarattığı sarsıntı sonucu devletin bütünlüğünü tehdit eden, yayılma ve gelişmesini geciktiren iç tehlikeler önlenmiş devlet düzeni yeniden kurulmuştur. Nihayet 29 Mayıs 1453’te Fatih Sultan Mehmet, bin yıldır devam eden Doğu Roma (Bizans)İmparatorluğu2na son vererek sınırları Avrupa içlerine kadar uzanan bir devletin, yeni bir İmparatorluğun kuruluşunu sağlamıştır.
Bu genişlemelere ve gelişmelere paralel olarak aynı dönemin sonunda gelindiğinde para basımından tımar düzenine ve Defterdarlık düzeyinde merkez ve taşra teşkilatına kadar mali örgütlenmenin bütün müesseseleriyle tamamlandığı görülmektedir.
Sarayın ve padişahın hizmetleri saraydaki birun, Enderun ve harem personeli ile yürütülürken, merkezde devletin genel idari hizmetleri ve işlemleri kalem olarak adlandırılan üç ana büro ya da daire tarafından yürütülmektedir. Bu daireler, Divan-ı Hümayun kalemleri, Bab-ı Defter (Defterdarlık) ve Defterdarhanedir. Bunlardan divan-ı hümayun kalemleri ile defterdarhane nişancıya, hazine-i amire ile birlikte defterdarlık kalemleri defterdara bağlıdır.
Tanzimat öncesi dönemde devletin esas hazinesi yani hazine-i amire başdefterdarın yönetiminde ve sorumluluğundadır. Hazineye giren ve hazineden çıkan paraların hesabını tutmak, devletin gelirlerini toplamak ve giderlerini yapmak, merkez ile taşra (eyaletlerinin) gelir, gider, nakit ve mahsup ilişkilerini sağlamak, devletin yıllık gelir ve giderlerini dengelemek, gelir ve gider konularında gerekli tedbirleri almak ve ilgili yılın kesin hesabını çıkarmak üzere başdefterdarlığa bağlı birimler (kalemler) kurulmuştur. Kurulan bu maliye hepsine birden bab-ı defteri denilmiştir.
Tanzimata gelinceye kadar yaklaşık beş buçuk asırlık uzun bir dönemde maliye teşkilatı kalemleri arasında zamana ve şartlara göre değişiklikler yapılmış, yenileri kurulurken bazıları yeniden örgütlenmiş ya da kaldırılmıştır. Osmanlı devletinde maliye idaresi “Bab-ı Defteri”, “Defterdar Kapısı” gibi isimlerler anılmaktadır.
Defterdarlık devletin teşkilat yapısı içinde mali işleri yürüten bir üst kuruluştur. Devletin tüm merkez ve taşra mali birimleri Defterdarlığa bağlı olarak çalışmaktadır. Defterdarlık kalemleri ve hazinenin başında defterdar bulunmaktadır. Selçukluların müstevfi dedikleri vezire Osmanlılar defterdar demişlerdir. Osmanlı Devletinde hükümdar tüm servetin muhafız ve murakıbıdır. Mali işlere önceleri Vezir-i Azam bakardır. Sonraları bu işleri fiilen idare etmek üzere Başdefterdarlık ihdas edilmiştir. Osmanlı devletinde ilk defterdarın I Murat’ın son senelerinde veya Yıldırım Beyazıt zamanında tayin edildiği tahmin edilmektedir. Divana (Divan-ı Hümayuna) dahil olan defterdar vezirlerle kazaskerlerden sonra gelmekte ve bugünkü anlamıyla Maliye Bakanı olarak görev yapmaktadır.
Osmanlılarda XV. Asrın son yarısına kadar merkezde bir defterdar ile eyaletlerde ona tabi hazine ve mal defterdarları vardı. Memleketin genişlemesi üzerine II. Beyazıt zamanında merkezdeki defterdar adedi ikiye çıkarılmıştır. Bunlardan Rumeli defterdarı aynı zamanda başdefterdardı ve Rumeli’deki haslar ile mukataalara bakardı. Anadolu defterdarı ise Anadolu’daki haslarla mukataalara bakmakla görevliydi. Yavuz Sultan Selim’in Doğu Anadolu ve Suriye’yi almasını takiben oraların mali işlerine bakmak üzere Halep’te Arap ve Acem Defterdarlığı adıyla üçüncü bir defterdarlık kurulmuştur.
XVI. asır ortalarında Rumeli ve Anadolu defterdarlıklarına bağlı olan yalılar ile İstanbul mukataaları ayrılarak merkezde şıkkı sani ünvanıyla bir defterdarlı daha kuruldu. Bu suretle derece sırasıyla İstanbul’da Rumeli veya Şıkk-ı Evvel Defterdarlığı, Anadolu Defterdarlığı ve Şıkk-ı Sani Defterdarlığı adı ile üç defterdarlık meydana geldi. Daha sonra Tuna (Macaristan) ve Anadolu ile Suriye’de çeşitli kenar defterdarlıkları kuruldu ise de sonradan kaldırıldığı için maliye teşkilatında üç defterdar kaldı.
XVII. asır ortalarından itibaren defterdarlar şıkk-ı evvel, şıkk-ı sani ve şıkkı salis adlarıyla anılmıştır. Bu tarihten itibaren şıkk-ı evvel defterdarı başdefterdar olarak bütün mali işlerin başı ve sorumlusu oldu. Diğer defterdarlar onun yardımcısı gibi grev yaptılar. III. Selim zamanında şıkk-ı sani defterdarı Nizamı-ı Cedit hazinesine memur oldu ise de Nizam-ı Cedit kaldırılınca bu makam da kaldırıldı. Bu defterdara İrad-ı Cedit Nazırı da deniliyordu. Yine III. Selim döneminde, 1795’de Zahire Nezareti’nin kurulmasıyla birlikte şıkk-ı salis defterdarlığı Zhire Nazırlıyla birleştirildi. Ancak 1805 yılında tersane Hazinesi’nin kurulmasından sonra Tersane Nazırı şık-ı salis olarak kabul edildi, zahire nazırları ise şıkk-ı rabi derecesine indirildi. Şıkkı salis defterdarlığı 1834’te Mansure Defterdarlığına ilhak olundu. Böylece maliye işlerinin idaresi münhasıran şıkk-ı evvel defterdarının idaresine verildi.
ı.
Osmanlı Devleti geniş ülkesi içinde ve evrensel şekli altında çeşitli kitleleri ve
milletleri barındırmış bir devletti. Türkler bu devletin kurucusu ve hakim unsuru oldu.
Osmanlı Devleti, hâkimiyetin kaynağı bakımından yapılan klâsik ayrıma göre, despotik
olmayan mutlak bir imparatorluktu. Bu devlet tipi, Osmanlı’nın ilerleme devrelerinde
Avrupa’da rastlanan bir tipti. Osmanlı Devleti benzerlerine kıyasla daha demokratik
özelliklere, hatta bazı üstünlüklere sahipti. Durma ve gerileme olarak isimlendirilen
devrelerde sözü geçen özellikler kayboldu ve despotik bir mutlakiyet idaresi kuruldu.
Osmanlı Devleti’nde asıl karakteri teokratik olmasıydı. Bir ailede (Hanedânı Âli
Osman) toplanmış olan hakimiyet, toplumun dışında ve üstünde, beşeri ve dünyevi
olmayan bir kaynaktan geliyordu: Böylece, Batı’daki benzerlerinde olduğu gibi,
Osmanlı Devleti’nde da hakimiyetin sahibi millet değil Tanrı idi. Halk bu sistemde,
devletin bir organı değil, sadece bir unsuruydu: “Reaya” (Halk) çalışır, eker, biçer, asker
olur, devletin gelir kaynağını teşkil eder, fakat devlet iradesine katılmazdı. Osmanlı
Devleti’nun kuruluşu, gayesi, yani hâkimiyetin kimler tarafından ve nasıl kullanılacağı,
devletin nasıl idare edileceği, ferde ve devlete ait kaidelerin tümü hep İslami esaslarla
açıklanmak istendi. Bu esasların bütününe “şeriat” adı verilir. Şeriat, Tanrı’nın kulları
için koymuş olduğu din ve dünya kaidelerinin tümü olarak kabul edilir. Adalet, devletin
sınırları içinde şeriatın yerine getirilmesidir. Devletin bu ödevini, herkesten önce
devletin, padişahı gerçekleştirir. O, devlet örgütünün beynidir