Cevap :
Anadolu’nun Türk ve İslam yurdu haline gelmesinde pek çok sebep vardır. Bunlardan biri de tasavvuf ve tasavvufi zümrelerdir. Ahmet Yesevî, Mevlana, Hacı Bektâş-ı Veli ve Yunus Emre gibi gönül mimarları, Anadolu insanının feyiz kaynağı olmuşlardır. Dolayısıyla Anadolu’da, Türkleşme ve İslamlaşma hareketinin daha çok on ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda gerçekleştiği söylenebilir.
Yeseviyye, Mevleviyye ve Rufâiyye gibi tasavvuf okulları, Anadolu’nun maddi-manevi imarında etkili olmuşlardır. Anadolu insanı, genel anlamda tasavvufa yatkın olduğu için, dergâhlar, sığınma yerleri haline gelmiştir. Toprağın işlenmesinde, sanatın gelişmesinde ve sosyal barışın sağlanmasında etkili olmuşlardır.
11. yüzyıldan itibaren Anadolu’da birçok değişiklik olmuş, bölgeye yerleşen Türkler, sürekli olarak Horasan ve Orta Asya’dan gelen yeni kafilelerle desteklenmişlerdir. Önceleri, çeşitli bağımsız Türkmen grupları tarafından başlatılan akınlar, Selçuklular tarafından devam ettirilmiş birçok yerde Türkler çoğunluk konumuna gelmişlerdir. Bunun tabii sonucu olarak, Anadolu’daki siyasî güç, tarım, ticaret, sanayi ve hayvancılıkla uğraşan Türklerin eline geçmeye başlamıştır. Anadolu’nun İslamlaşması, ancak on dördüncü yüzyılın ortalarında mümkün olabilmiştir.
Anadolu Selçukluları, Farsça’yı edebiyat ve devlet dili olarak kullandıkları için, siyasî ve kültürel hayatta İran kültürünün etkili olduğu söylenebilir. Selçuklu sultanları, Keykubâd, Keyhüsrev, Keykavus gibi unvanları kullanarak, İran edebiyatına yoğun ilgi göstermekte, idarî işlerin birçoğu İran asıllı kimseler tarafından yürütülmekteydi.
13. yüzyılda Moğol akınlarıyla yıpranan Selçuklu Devleti’nin yerini beylikler alırken, devletin resmî dil kabul ettiği Farsça’nın yerini, Türkçe almaya başlamıştır. Mevlana, Türk kelimesi ile aynı zamanda Müslümanlığı da ifade etmektedir.
Mevlâna’nın ataları, on üçüncü asrın başlarında bugün Afganistan’ın kuzeyinde ve Özbekistan sınırına yakın bir bölgede bulunan Belh şehrinde ikamet etmekteydi. Bu şehir, İslâm öncesine yakın asırlardan itibaren Türklerin hâkimiyetinde bulunmuş, Gaznelilerin ve Selçukluların idaresinde önemli ilim merkezlerinden birisi hâline gelmişti. Şehir, Mevlâna’nın doğduğu yıllarda Hârzemşâhların hâkimiyetindeydi. Mevlâna ve ailesi, bu bölgeyi (Horasan) Anadolu’ya bağlayan güçlü bağlardan biri olmuştur.
Türkler, Anadolu’yu fethettikten sonra, cami, medrese, tekke, zaviye, kervansaray, hastane, hamam, türbe ve suyolu gibi sosyal kuruluşlar inşa etmişlerdir. Dolasıyla, bu sosyal kurumların katkılarıyla, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması durdurulamamıştır.
XIII. yüzyıl Selçuklu döneminde Konya’da yaşayıp eser yazan şâir ve düşünür Mevlânâ’nın Türk şiir ve kültürü üzerindeki derin tesiri, her geçen gün artarak devam etmektedir. Bu etkinin, sadece Türk-İslâm toplumuyla sınırlı kalmayarak bütün insanlık âlemini kuşatmış olduğunu söyleyebiliriz.
Mevlana, Farsça okuyup, Farsça yazması yanında Rumca’yı da ana dili gibi konuşup yazmaktadır Eflatun ve diğer Yunan filozoflarının yanında Rumca’dan okumuş ve çevirisini de yapmıştırDönemin bilim alanında Mevlana’nın bu doğrultuda büyük katkıları olmuştur
Mevlana kendi tekkesinden çeşitli ulusların öğrencilerine dersler vermekteydi Bunlar arasında Türkler, Ermeniler, Araplar, İranlılar Rumlar vardı Farklı milliyetlerden farklı insanları eğitilmesi öğünülecek bir durumdur Mevlana’nın kentli olmasının ardındaki sır budur Mevlana’nın şiirlerinin bir bölümünü bu milleyetten öğrencileri derlemiştir